Fi emanillah

A -
A +

Alık alık yürümektesindir, kafanda bir sürü tilki, çapraz koşturup, kısa paslar yaptırmaktasındır dar alanda. 

"Hırç" diye bir ses.
Ne o? Yoksa?
Zemine harç dökülmüş, ne var yani bunda?
Olur mu efendi?  Hemen bir çomak uydurmalı, isim yazmalı betona.
Sen yazmazsan başkası yazacak. Bin nevi sathı müdafaa.
Güya yıllar sonra gelecek iftiharla göstereceksindir torunlarına.
Hayal işte...
Belediyelerin yılda bir kaldırım yenileyecekleri nereden gelir ki aklına?
***
İmza merakı dizginlenesi bir şey değil, bu yüzden çınar gövdelerine harf kazır, tramvay koltuklarını sirkülere çevirirsin saklıca.
Hele o park bankları... Dili olsa da anlatsa.
Diyelim ders 50 dakika,  45 dakika imza atarım, defterin arkalarına, kitabın boşluklarına...
Hela kapılarına bile vecizeler yazar, adımı kondururdum altına!
Bir masa sahibi olduğumda ilk işim Sivas Cezaevine isimlik ısmarlamak olmuştu.
Derhal ve ivedi kaydıyla!
Sonra ne isimlikler edindim ne isimlikler... Oyma, kakma, ahşap yakma, ibrişim sarma...
***
Mâlum bizde parayı bulan adını yazdırır plakaya. Ne o ööle "34 ABC filan!"
Bilsin, görsün, tanısınlar, susta dursun, ayaklarını denk alsınlar!
Öyle bir gücüm olsa aynı şeyi yapar mıydım bilmiyorum ama gazeteci olarak imza atmak daha az havalı değil ona bakılırsa.
Daktilo başına oturunca ele güne parmak sallayasınız gelir. Partililere, takım taraftarlarına bile giydirir, manasız savaşlar açarsınız kalabalıklara.
"Ama ben haklıyım!"
Boş laf.
Ceremesini bürocular çeker, zavallıcıklar vazgeçen aboneleri ikna için boyun büker, dil döker, yalvarırlar adeta. (Bilmem haklarını helal edecekler mi bana?)
Okuyucu mektupları, mailler, telefonlar.
"Üstadım siz ne buyuruyorsunuz şu hususta..."
Üstadım ha? Marifet iltifata tabidir derler ama ayar kaçınca.
"Ben bu oyunu bozarım" deyip kılıç çekesiniz gelir. Ona laf atarsın, berikinin tekerine çomak sokarsın... Hele bi de gücünün yettiğini gör, yüreğin yağ bağlar.
Bak yayınımız üzerine...
Ama nasıl da girdiler hizaya!
Sakın "enaniyet" olmasın!
Aklına gelmezki o anda.
Bakıyorum da her mevzuda yazmışım. Din adamlarının bile sahasına girmişim, ki cahil cesareti denir buna...
Köşe sahibi olunca çıtanız yükseliyor tabii, odanız, çaycınız, hayranlarınız. Bir tavır bir eda, gazete idaresini de bunaltıyorsunuz ayrıca. Misal kısa bir fasıla verecek olsanız şu ibarenin yayınlanmasını arzuluyorsunuz. "Değerli yazarımız senelik izninin bir bölümünü kullandığından ötürü bir müddet yazılarına..."
Bak gidiyorum ama döneceğim. Bir süre sonra yine burada...
***
Ancak yıllar geçtikçe heyecanınız azalıyor, ajansları bile sureta takip ediyorsunuz, kafanız götürmüyor...
Mevzu bulamıyorsunuz, tekrara düşüyorsunuz, yazdıklarınız yavan geliyor.
Eskiden hangi iş adamının hangi siyasetçiyle içli-dışlı olduğunu bana soracaktınız. Kim kimle akraba? Nüfus idaresi dahi yaklaşamazdı yanıma. Şimdi bakanların bile adını hatırlamadığım oluyor.
Vakit saat işte bir yaştan sonra insan boş veriyor, "amaaan sen de" moduna giriyor.
Riskten çekiniyor, kolaycılığa kaçıyor.
Siyaset, ekonomi, politika çalkalanırken kim nostalji muhabbeti okumak ister ki?
Biz eskiden, eskiden,
Su içerdik destiden...
Yok ya!
Bırakacaksın bu muhabbetleri, artık vatandaş bilgi, belge istiyor.
Perde arkalarını merak ediyor.
Hasılı...
Köşeyi bırakma kararı aldım.
Gençlere set olmayalım bari, önlerini tıkamaya ne hakkımız var di mi ama?
Nuh Ağabeyi ikna etmek zor oldu lâkin ısrarlı davranınca...
***
"Sürçü lisan ettiysek" demeyeceğim ettiğimi biliyorum zira.
Siz de affedin.
Allah da (Celle Celalühu) affetsin.
Fi emanillah!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.