Köy kıraathanesi... Dökülmüş sıvalar, dağılmış doğramalar, eğilmiş sundurma... Ortada bir çingene sobası ya da maşinga... Üç beş yaşlı oturmuş ateş başına... Asma altı da olabilir... Bize ikisi de uyar nasıl olsa... Selâm sabah faslı bitmiş mevzu aranmaktadır. Şimdi hayırsız oğlandan, müsrif gelinden açsan olmaz. Torun zaten hayta... Sabah sabah gıybet... Maazallah. Tütün rekoltesi, çeltik fiyatları, başvekilin beyanatı, diz ağrıları ve şekere iyi gelen otlar... Cılkı çıkmış konular, dön dolaş, sar başa... Kahvenin külüstür saati tıktıklamaktadır, kazandaki su fıkırdamakta. Ne konuşsalar acaba? İçlerinden biri sessizliği bozar. "Bizimoğlan arkıdeşlere birer çay!" Sonra cebinden çakısını çıkarır misvağının ucunu yontmaya başlar. Yanındaki atlar... "Nerenin bıçağı o!" - Maraştan aldıydım... Hartlap diye bi köv va, kızı kızanı bıçak yapıyo. - Ve bi bakem... Hımmm iyi ama... - Aması ne? - Çeliği benimkini tutmaz, (elini cebine atıp çıkarır) bak bu halis Bursa! Üçüncü laf koyar "ya siz de onları çakı deye mi taşıyonuz? Alın size has Sivas! - Eyi de sapı ne ööle boz bulanık? Gören de müstamel sanacak... - Koç boynuzu beyim... Zaten güzelliği orada. - Hadi karışmayayım dedim ama dayanamayacağım. Şimdi bıçaklarınızı pırasa gibi doğratacaksınız bana! Sürmene'de görmüş vurulmuştum buna. Düşün bir araba kuru çay vermiştim zamanında... *** Çakıyı ilk çıkaran Yenice paketini uzatır: "Hele telleyin şurdan!" Alışkın bir eda ile muhtar çakmağına davranır. Sallar, silkeler, çakar. I ıh yanmaz. Yanındaki kovboy hızıyla elini beline atar. "Buyur hacım burdan yak!" -Zippomu len o... "He ya!" Öbür yanına döner, "Siz de buyrun!" -Yok seninki mazotludur şimdi, ağzımın tadı bozulmaya... - Seninki ne? - Ne bileyim İbelo mu ne yazıyo. Almanya'nın en birinci markasıymış oğlan ööle diyo. - Evet iyidir ama Ronson'dan sonra. Bakın şuna, nasıl da zarif yapmışlar ama... - Zerafet dedin mi durcan hacı... Çıkartmıyayım dedim ama patlatıyorsunuz adamı... İşte D'upont burada! - Hiç duymadım, Çin malı mı? - Yok Kuzey Kore! Tövbe tövbe... Fransa'da buna verdikleri parayla araba alınıyor. Artık gerisini sen anla! - El arabasıdır len o, dingili de kırıktır ihtimal hah hah ha ... Kahkahalar dinmeden öbürü yapıştırır. Cık cık cık yolda bulsam almam! - Sen alma zaten, bunu kavede pinekleyen ıhktıyarlar değil mankenler, artizler, siola gullanıyo. - O son dediğin neydi? - Sio sio... CEO deye yazılıyo, yani böyyük patron - Büyük patron big bos oluyor bir kere, ceo onun yamağı.. *** Kısa bir sükut... İçlerinden biri elini yeleğin cebine atıp köstekliyi çıkarır, "ezana va mı daaa?" - Ohooo müezzin senin saatine bakıp da okusa, öğlenle ikindi cem olur valla. - Şimdi yok gali bunnar. Bak lokomotifli. - Şimendiferin hakikisi Cortabert değil, Serkisof olur bir kere. Aha bundan... - Siz kurmayı unutmuşsunuz galiba yine geri kalmışlar. Ben bi kurdum mu iki gün gidiyo. Tabii Nacar olunca... - Benimki Zenit... Gözlüğünü ver hele bak swiss made yazıyo. Oğlum ilk maaşıyla almıştı bana... - Ya yine çıkarmayayım dedim dayanamadım bak. İşte saatlerin kralı burada "Oris!" Zamanında İsviçre'de vatandaş treni kaçırıyor, demiryolu idaresini dava ediyor. Hakim soruyor "peki senin saatinin yanlış olmadığı ne mâlum?" "Ama" diyor "benim saatim Oris!" "Ha o zaman iş değişir" diyorlar, "yaz kızım adı geçen şahsa tazminat verilmesi hakkında..." Bizimki de merak işte, evde bi dolu saat vaa. Longines, Tissot, Omega... Hey gidi, bunlara verdiğim paralarla arsa marsa alaymışım var ya... - Yaa ona bakarsan, müezzinin üç kuruşluk saatı hepimizinkinden acar gidiyo. Takıyo pili gece gündüz çalışıyo. Altı üstü saat işte, sen bunları tesbihime anlat! - O da tespih olsa bari, tahta! - Tahta deyip geçme ağbeycan "has kuka". Hem habarın var mı, bunun ağacı taa Hintden, Sindden geliyo! - Hacım bir kere kuka ağaç değil, ceviz... Hem ağaçtan ağaca da fark var, pelesenk olacak ki taş gibi çat çat ses çıkara. Sertliği görüyon mu? Hele dişine vur da bak! Biliyon mu gavurlar bunu gemi şaftına yatak yapıyo. - Ver bi istasyon gideyim hele. - Ama makas değiştirmesin ha! Bak gözüm üzerinde haberin ola. - Ağam benim bildiğim tesbih akikten olur, mübareği güneşe bi tut yakut kesiliyo. - Ben de Oltu taşımdan memnunum, hem insanın elektriğini ney alıyo. - Bi tek senin elektriğini alamıyo, sık sık şalterinin attığına bakılırsa... Kısa devre mi yapıyon yoksa? - Yaa bak yine çıkarmayayım dedim dayanamadım... Tesbihlerin şahı Kehribardır. Sarı sultan geldi mi diğerleri susar. Mübarek çektikçe reçine kokar. Bunlar bilmem kaç bin milyon yılda kıvama geliyormuş toprak altında. Şuna zamanında üç kamyon ot verdimdi Erzurum'da... *** İçlerinden birini öksürük tutar, nasıl ama boğulurcasına. Yanındaki ağızlık uzatır, "cigaranı buna tak diyom dinlemiyon. İçine pambık koy da gör, katranı bi güzel süzüyo." Karşıdaki laf atar: O şimşir ağızlığı Ulucami önünden mi aldın? Pek bi kıtibiyoz duruyo da! - He ordan aldım, ne va? Beklenmedik bir çıkıştır. Öbürleri ağızlıklarını yavaşça ceplerine bırakırlar. Yarına da mevzu kalsındır. Di mi ama?