Eski 29 Ekimlerde caddeler üç gün trafiğe kapanırdı. Biri "o" gün iki de prova...
Dülgerler günler öncesinden gelir, vilayet önüne şeref tribünü çakarlar. Bayraklar pankartlarla donatır, ahşapları saklarlar.
Ekim 29... Saat 09.30... Belediye bandosu yerini alır, çalmaya başlar. Önce merasim kıtası geçer, ardından Halkevleri, Yeşilay, Kızılay...
Bilahare ticaret odası, sanayii odası, ziraat odası, sınırlı sorumlu nakliye kooperatifleri, terziler, marangozlar, sobacılar. At arabasının üzerine dikiş makinesi, ya da hızar koyar, kenarına gramafon kağıdı zımbalarlar. Bir garip arz-ı endâm. Çocuk desen değiller, büyük desen ne biliym valla. O gün tatildir güya. Lâkin tüllâbı eve salmazlar. Ya mektep avlusunda toplar, nutuk atarlar. Ya da hizaya sokup yürütür, düdük sesiyle sol bastırırlar.
Eğer "yurttaşlık bilgisi" dersinde öğretilenlere bakarsanız: "Cumhuriyet, çok partili siyasi hayat, vekillerin yaptığı kanunlar, şahıs ve zümrelere tanınmayan imtiyaz, hür ve eşit vatandaşlar" şeklinde telakki edilmelidir. Bu da ancak "seçimle" olabilir, seçim ise "parti ve hizip" demektir.
Bizim parti ve diğerleri...
Sizin genel başkanınız daima hikmet buyurur, öbürleri saçmalar...
Biz ve onlar... Biz ve onlar... Gereksiz çatışmalar.
SALTANAT KALKTI MI?
Yalan işin tabiatında vardır, bol keseden atan koltuğu kapar. Mebus adayı uğradığı her kasabaya fabrika vaad edebilir. Unutulacaktır nasıl olsa! İmar affından, vergi affından söz açabilir, genel affı da dillendirebilir hatta.
"Askerlik inecek" ve "gençlere üniversite" sözleri iyi prim yapar. Yetmedi "vergiler kalkacak", "herkese asgari ücret", "bi ev, bi de araba!"
Bu memlekette şarkı dinletip, döner ısmarlayarak % 7.26 alanlar oldu. Yıllardır örgütlenen, taraftarı ve teşkilatı olanlar bakakaldılar.
Tamam bunlar tatsız şeylerdir ama "parti içi mücadele" iç bulandırır ayrıca...
Beyfendiye yakın olanlar, suyun başını tutanlar... Ayak kaydırma, kambura yatma, ona gülücük, berikine takla... Haset, gıybet, niza... Pis iştir vesselam cadı kazanı, sütlaç kasesi kalır yanında.
Bizde genel başkan, delegeleri seçer, delegeler de şey değildir yani, elbette genel başkanı alkışlar. "Al gülüm ver gülüm" geçinip giderler yıllarca.
Başkan büyük bir rezalete karışmadığı müddetçe indirilemez. Misal tufaya getirilip istifaya zorlanmadıkça listeler değişmez asla.
Kafa hesabına vurursan dağdaki çobanla Ankara'daki büyüklerimizin oyu birdir ama ülkedeki bütün çobanlar bir anayasa mahkemesi azası yapmaz. Bırak çobanları mebuslar da yapmaz.
Kağıt üzerinde herkes eşit ama bazı amcalar daha eşittir. Onların çocukları şehadetname almadan işe başlar, askerliklerini ordu evlerinde yapar, konsolos monsolos olurlar.
ZAT-I DEVLETLİLERİ
Öyle ya da böyle milletimiz siyaseti sever, kralı kraldan çok tutar. Gel zaman git zaman tarafgirlik çığrından çıkar.
Mektebe yeni bir muallim geldi diyelim, önce uzaktan keser, zarflarsın. Sonra saçına ve bıyığına bakarsın... Girip çıktığı dernek, okuduğu mecmua...
Öğretmen milliyetçi ise sen de öyle görünürsün, solcuysa yatarsın sola.
Diyelim kompozisyon yazdırıyor.
Birine mamafih, binaenaleyh, kıssalar, destanlar, hilaller, sancaklar...
Öbürüne olanak, olasılık, emek, sömürü, kahrolasıca patronlar!
Yazılı imtihanlarda ona "cevaplar", berikine "yanıtlar".
Politika "çok yüzlülük" demekmiş, biz de sahtekâr olduk sonunda.
Partinin programıymış, iktisadi görüşleriymiş... Bütün bunlar kimin umurunda? Siyasetten maksat işe girebilmektir. Eğer kapağı atabiliyorsan devlet kapısına... Gir ve yat! Artık ne koyun dana; ne takım tezgâh, ne orak çapa!
Bir müdüre odacı oldun yaşadın. Çay içer, sigara yakarsın, sineklenip durursun sabahtan akşama. Vaziyetten vazife çıkarır, ibrikçilik yaparsın. "Yassah hemşerim" dersin vatandaşa.
Ne "alabilir miyim, satabilir miyim" endişesi, ne bilgi beceri, ne de alın teri... Salla başını al maaşını. Oh ne âlâ, ne âlâ.
Eh mensubu olduğun partinin de şakşakçılığını yap artık, böyle ulufeyi babası bağışlamaz adama.
Peki yurttaşlık bilgisindeki tarifler?
Bi yanlıxlık var ama...