Ortamektebe başlamışsındır. Önlükten kurtulduğuna sevinememişindir daha.
Sırtında düğmeli urba, boynunda kravat, kafanda Maocu tasvirleri andıran bir şapka.
Mâlum ilk beş on gün ders olmaz. Hangi muallim hangi sınıfa girecektir acaba?
İşte boş boş oturduğunuz günlerden birinde müdür ya da muavini içeri dalar. "İngilizce okumak isteyenler bu tarafa" der, "Fransızca okumak isteyenler şu tarafa!"
Nazar-ı dikkatinizi celb ederim, fikrini soruyo, el kaa tıfıla!
İki taraf arasında makul bir nispet varsa karışmaz. Baktı bir yana yığılma oldu (sınıfın albenili kızı o tarafa geçmiş mesela) çağırır mümessili "yaz" der, "bu İngilizce okuyacak, şu Fransızca!"
BİLEN VARSA SÖYLESİN
Sahi bi adam niye "come" yazar "kam" okur da "gel" anlar?
Gâvurluğundan!
Gerçi sen come okusan da fark etmez, lisan muallimleri çakmadır zira... Derslerinize idmancı, resimci, musikici münavebe ile girer çıkar. Gönüllü değillerdir, burunlarından solurlar.
Sabah asık suratla gelirler. Nerede kalmıştık?
Şurda.
Kim okuyacak?
Her sınıfın bi aferin delisi olur, bilsin bilmesin atlar. Lâkin metni öyle bir okur ki Şekspir duysa anlayamaz.
Tamam şimdi defterinizi açın, yüz kere "İt is a pencıl" yazın. Açar gazetesini, toto kolonunu çızıktırmaya başlar.
Halbuki çocuk önce dinler di mi? Sonra konuşur, sonra okur, sonra da...
Biz önce yazdık, her şeyimiz tersine, sondan başa.
Hoca ya da hocanımların koltuk altında gazete ile kaplanmış bir kitap olur, sıkıştılar mı açar bakarlar. Keşf etmekte zorlanmazsınız. Ziya amcanın hazırladığı "yardımcı kitap!"
Bir tane de siz alırsınız ama mektebe getiremezsiniz asla. Zinhar yasak! Yakalarsa lime lime eder yüzünüze çarparlar.
Niye?
Niyesi var mı? Hoca ile ne farkın kalacak sonra?
O zamanlar Gatenby serisi talim edilir. El kadar bir kitaptır, kağıt kapak, saman yaprak. Tez gevrer yırtılır dağılırlar. Umumiyetle İngiliz ailesinin hayatından dilimler sunar. Mr Brown, Mrs Brown... George, Jack, Mary. Bir de Arthur amca...
Her "okuma parçasının ardında beş on questions olur, imtihanda onlar çıkar.
Eh saflığın alemi yok, alır yardımcı kitabı ezberlersin, noktası noktasına.
Misal hoca sorar. What is a library? (kütüphane nedir?) Tetiğine basılmış sten gibi saydırırsın. Elaybriisepleyz wervikenbarrovbuks (kütüphane öyle bir yerdir ki biz oradan borç kitaplar alabiliriz)
Peki evladım dese "What is a cinema?"
-Sinema is... Eeee sinema... Kitapta yok ki ama...
Resimli romanları bilirsiniz, kahraman rançer, kızılderiliye yanaşır. "Selam Tembel geyik! Sen var görmek iki gringo bu civarda?"
Ugh. Ben görmek unutmak. Sen vermek ateş suyu bana!
İngilizceyi de öyle konuşurduk, kaşını gözünü yara yara.
Bak mister sola dön, left! Go, go, go, stop. İşte orada.
Bi gömlek iyileri "Where are you going. Morning morning" diye laf atar ecnebi kısmına.
Hiç bilmeyenler de bigane kalmaz... "Sen nerden gelmek? Memleket? Memleket?"
Tek tek hecelere basar seslerini abartırlar. Gözlerini börtletip el kol işareti yaparlar...
Anlaşamayacak. "Yok anam bu da pek safça" diyecektir sonunda.
Hasılı olmadı, bizim nesil lisan işini kıvıramadı vesselam.
Avropalının biri "iyi ama " demiş, "Time, le Figaro, Paris Match yok satıyor Anadolu'da."
Adam nereden bilsin "Varak ül Dimeşk"in (sigara kağıdı) karaborsaya düştüğünü.
Vatandaş mecmua yapraklarına tütün sarıyor o sıra!..