Bakkal dediğin loş olacak, kapıdan girdin yüzüne bir serinlik ve o nevi şahsına münhasır koku çarpacak. Vitrin mühim değildir, terekte üç şişe ispirto dursun yeter, hani renk yapacak kadar. Mahalle bakkalı sabah namazını cemaatle kılar. Seherin bir vakti "şarrrr" diye bir ses, kepenkler kalkar. Haydi Bismillah! Az sonra fırıncının Desoto'su gelir, gargargar... Ortalığı kesif bir benzin kokusu sarar. Kasa kapakları hızla açılır, şoför iki kasa ekmek bırakıp kaçar. Çıtır ekmekler kapı önündeki dolaba dizilir, camları buhar basar. Önce işçi memur takımı sökün eder, ki bunlar umumiyetle somun arası katık koydururlar... Katık? Değişir valla, peynir, zeytin, yağ, sucuk, salam, eski kaşar ya da helva. Ne kadar paran varsa... Sonra öğrenciler görünür, kalem, silgi, grafon, elişi kağıdı, kuru boya... O taife de kaybolur ve kadınlar dökülmeye başlar. İlk tur yemek için atılır. Mercimek, nohut, kuru fasulye, yağ, soğan, biber, salça... İkinci tur temizlik için: Tuz ruhu, kezzap, Puro, Fay, Pop, Mintax, çivit, kola... Üçüncü tur san'at için. Orlon, şiş, lastik, makara, çıtçıt, kopça... Tığ Tulip olacak ama... İpler Örenbayan ya da Çapamarka. Ve bir tur da akşam sefası için. Çay, şeker, lamba camı ve sımışka (ayçekirdeği, gündöndü ve çiğdem de diyebilirsiniz buna). SELE LEĞEN?TENEKE Her malın ayrı bir kabı vardır, yoğurt tepside sunulur mesela. Kase terazinin (Kuleli tabii) sağ kefesine konur, darası alınır ve kürek işlemeye başlar. El terazi göz mizan, nadiren ilave eder ya da üstünden alırlar. Helvalar leğen içindedir, henüz glikozu tanımadıkları için bıçak atınca kırılır dağılırlar. Nohut kadar koparın atın ağzınıza. Diliniz damağınız ılıcık sıcacık olur anında. Çifte kavrulmuş susam kokusu... Ne rayiha ama? Buzdolabı yoktur daha, peynirler tuzlu suda yatar. Zeytinler sele içinde gelir, iri ve buruşuk tanelidir. Gemlik ya da Mudanya... Bisküviler teneke kutularda saklanır. Üzerlerinde pötibör, finger, minger yazar artık ne manaya geliyorlarsa? Şekerler kavanozda arzı endam eder, Sütlü Ender para üstü olarak da kullanılır icabında... (İkisi beş kuruş) Çifte kavrulmuş lokum ona keza... Gaz sütçü litresi ile ölçülüp satılır, bu arada koca varil bakkalın havasına ipotek koyar. Belki de onu dengelemek için kolonya damacanası bulundururlar. Yanındaki fısfısı sıkarsanız hazne dolar, altında musluğu vardır, minik huniler her şişeye uyar. İstediğiniz miktarda (10cc 20cc) alabilirsiniz pekâlâ. Yumurta sepeti saman doludur, elinizi gezdirirseniz biri çarpar. Kaldırıp okkalarsınız. Ağırsa tazedir al! Hafifse salla gitsin yaramaz... Hayat bilgisi dersinde öğretirler, yumurtayı tuzlu suya atın, yüzerse bayat. Ha bakkala öyle tuzlu suyla filan gelirsen vukuat çıkar o başka. Opon, Gripin, okjijenli su, tendürdiyot, Pertev krem, sargı bezi, bakkalınız nöbetçi eczane gibidir adeta... Mantar tabancası, çatapat, çıt çıt, gazocağı iğnesi, horoz şekeri, incik cıncık, Kayseri pastırması, Apikoğlu sucuklar... Köy bakkallarında ürün gamı daha geniştir. Onlar hem bonmarşe, hem hırdavatçı, hem züccaciye, hem de manifaturacıdırlar. Traktör lastiğinden tarım ilacına, dana çıngırağından, yaz helvasına... Orak, tırmık, çapa artık ne ararsan... YAZ?DOSTUM Diyelim ay sonu, dibe vurdunuz. Önce kenarı köşeyi dolanıp şişeleri toplarsınız ama depozitoları pek yekûn tutmaz. Bakarsınız olacak değil, yüzünüzü karartıp, "yaz be usta" dersiniz, hem de "veresiye satan şöyle, peşin satan böyle" levhasına baka baka... Bakkal yıpranmış defterini açar (öğretmenlerin -ne o bakkal defteri gibi - dedikleri vakıa) karalamaya başlar. Hekim yazılarını eczacılar da söker ama bir bakkalın yazdığını kendi çözebilir ancak. Öylesine şifreli bir yazı işte, sanırsın siyakat! Aynısını sizin elinizdeki kareli bloknota da çiziktirir ki, hesaplar tuta. Borcu geciktirmeseniz iyi olur, garibin sermayesi sınırlıdır zira. Eskiden ağniya-i şâkirin (şükr eden zengin) günün sakin zamanı gelir sorar: "Var mı fukara-i sâbirinden (sabırlı fukaradan) sıkıntıya düçar olan?" -Olmaz mı? Bir işsiz, bir dul, bir de arka sokakta... -Sus adını söyleme bana. Cem'an kaç lira? Kulak arkasındaki kalem işlemeye başlar. Diyelim 510 lira. Meçhul misafir bi morluk (beş yüzlük) atar, bakkal da şevke gelir, bakiyeyi karalar. Günler sonra veresiyeci elinde yırtık pırtık paralarla gelecek utana sıkıla uzatacaktır. "Al şunu ustacım, vaziyetimizi biliyosun işte, kusurumuza bakma." Bakkal belli belirsiz bir göz kırpar "koy onu cebine" diye fısıldar, "hesabın tamam!" Böyle bir cemiyet batar mı ya?