Altmışlı yıllarda üç esnaf yaygındı. Bakkal, berber, kasap... Her semtin manavı, fırını olur, bir de mandıra! Bal, pekmez pazardan alınır. Köylülerin saman dolu sepetleri vardır, elini daldırır, yumurta ararsın. Hafifini es geçer, ağırını ayırırsın kenara. Tavuk da öyle... Canlı canlı seçersin, pazarlık edersin, kesersin, yolarsın, temizlersin. "Suyuna da pilav pişirmek" kolay mı? Merasimden geçersin. Her şehrin ünlü muhallebicileri, meşhur turşucuları, yıllanmış bezzazları, tarihi lokumcuları vardır. Bunlar "filancazadeler" gibi tumturaklı adlar taşırlar. İsimlerinin üstünde italik hurufat ile "1888'den beri" ya da "since 1920" yazar. Rahmetli paşa dedeniz de tavuk göğsü yemiştir orada. Köklü müesseselerdir vesselam... Bir de batan çıkan esnaf olur, rüzgar nerden eserse yelkeni o yana açar. Gençliğimizde ortalık kahvehaneden geçilmezdi mesela. Erkek olacaksın da mümkün mü uğrayıp bi çay içmeyesin. Kınar, ayıplar, laf atar, yoklama alırlar. Kahveler sabahın alacasından gece yarısına kadar dolup boşalırlar. Yaşlı başlı adamlar "kâgırt" oynar. Zar tutar, kavga çıkarırlar. Nokta yerine küfür kullanırlar. Yetmişli yıllarda kahvehanelere TV koydular, ajans meraklılarına da çay sattılar. Televizyon evlere girince karaya vurdular o başka. Kısa bir bocalamanın ardından alayı birahane oldu. Sabahtan kamyonla müskirat gelir, akşam fıçıları kuruturlar. Balkon göbekler, düşük kemerler, afedersiniz bira biraz müdrirdir, iki de bir helaya koşarlar. Daha küçük dükkanlar kasetçilikle iştigal eder. Ferdi, Neşe, Emel, Orhan... Dışarı bir kolon atar, ulu perdeden bağırtırlar. "Bas bas paraları Leyla'ya..." Bunlar sonra videocu oldular. Betamax kasetlerde Bruce Lee'ler, Wang- Yu'lar, Rambo'lar... Bilahare kasetler VHS'e geçer, görüntüler kayar belden aşağı. Birahanelerde gayduruguppak sahneler. Ne denetim, ne yasak. Çoluk çocuğun önünde poşetlik manzaralar. Seviye düşünce kendini bilenler elini eteğini çeker. Bir kısmı alkolden kurtulur, bir kısmı sofrayı eve kurdurtur. Dükkanlar boş kalacak değil ya, atari salonu olurlar. Tam oyunun tadı gelir alet kapanır. Çocuk eroin krizi tutmuş bağımlı gibi para arar. Sonra efendim "İnternet cafe" tabelası çakarlar. Yine oyun tabii, mahzurlu siteler, makara kukara... İsmin yok, ünvanın yok, aklına ne geliyorsa yaz, adı üzerinde sanal dünya. İŞLER GÜÇLER Bir ara herkes giyim mağazası açtı, ihraç fazlası ürünler tezgâhlarda. Derken bir erkek kuaförü furyası. Top ense, kulaklar zulada. Eskiden her mahallede on tane orloncu olurdu, rengarenk yünler, şişler, tığlar. Örgücüler nasıl meşgul, taleplere yetişemez, sıraya sokarlar. Tuhafiyecilerin işleri tuhaf işleri, kolonya bile satarlar. Henüz ıtriyat market raflarına inmiş değil, şişeni alıp gidersin, 50 cc 100 cc istersin. Bir pompası vardır fıs fıs basar, zikrolunan mayii hazneye toplar. Huniyle şişenize akıtır, minik bir tıpa takar. Limon, lavanta, altın damla... Esmen, Eyüp Sabri Tuncer, Pereja... O günlerde çeyiz diye bir mecburiyet vardır, hanım kızlar en azından etamin almalı, seccade yapmalıdırlar. Bir ara yer gök TV tamircisiydi, TV hastaneleri bile açılmıştı hatta. Sonra temizlik ürünleri yayıldı, bidonlarda allı morlu sıvılar. Sarı sarı bezler, plastik sopalar, allengirli kovalar. Şimdi sokak araları bile telefoncu doldu. Milyarlık aletler leblebi çekirdek gibi gidiyor.