Leb demeden leblebi unu

A -
A +

Bizim nesil, kilosuz çelimsizdi. Kurutulmuş sardalye gibiydik, çiroz derlerdi laf arasında.

Şimdikiler babaları ile aynı beden giyiniyorlar. Kararsızım. Maşallah mı demeli maazallah mı yoksa?
Eskiden gıdalar böyle kalorili değildi, oyunlar da hareketliydi, ter topuklarınızdan akar.
Birdirbir, çelik çomak, yakalamaca, kovalamaca...
Ne kola, cips, ne şanti, çikolata...
Köylerde tek keyfin pestil olabilir eh ceviz de bulursan ne âlâ. Keçiboynuzu ile iğde şeker ihtiyacını karşılar. Evlerde dut, üzüm, incir, kayısı, erik kurusu da bulunur ama el uzatılmaz. Ramazana ayrılmıştır, aşure, hoşaf olacaktırlar.
Kabak çekirdeği bütün Anadolu'da bilinir, ancak ay çekirdeği Trakya'da tüketilir o yıllarda. Güneydoğulular karpuz çekirdeğine bayılıyorsa sebebi var, diğerlerini nerede bulacaklar? Fındığı sadece Karadenizliler, fıstığı Osmaniyeliler bilir, badem yerine kayısı çekirdeği tenavül edilir. Şam fıstığı Ayntap'tan çıkabilmiş değildir daha. Çam fıstığı istemediğin kadardır ama. Çamlıca'da yer kozalak, gök kozalak. Ağaçlar Kısıklı'ya, Beylerbeyi'ne, Namazgâh'a sarkar.
Ye yiyebildiğin kadar, topla babam topla. Ne bollukmuş be, şimdi altınla tartıyorlar.
Ezkaza eline para geçen çocuk (sünnet olmuştur mesela) bakkala gider, pötibör arası lokum koydurur büyük bir havayla. Hey hancı moduna girer "aç ordan bi sarı gazoz" buyururlar. Halbuki bisküviler teneke kutularda bekleye bekleye yumuşamış, lokumlar mayışmıştır tahta kasalarda...
Zaman zaman aluç satanlar gelir, ipe dizili meyveler albenilidir, kızlar kolye yapar, dolarlar boyunlarına. Bazen de nohutçu görünür, yeşil taneler tahmin edemeyeceğiniz kadar lezizdir, tadınadoyulmaz.
Evet nohut...
En yaygın yemişimiz ondan imal edilir. Sarı leblebi, sakız leblebi ve kırıklar...
Mahalle bakkallarında ve çerçilerde sadece kırık leblebi olur. Tamam elek altıdır, ufaklıdır, düz kenarları tavaya yapışmış, yanmıştır. Hiç fark etmez, bayılırız onlara.
Sonra efendim bir müteşebbis çıkar, elde kalan leblebileri öğütüp un yapar.
Bu un insanın boğazını sarar, tükrük bezlerinizi kurutur, dişlerinizi sarıya boyar.
Hüpletince on yüz milyon zerre genzinize kaçar, öksürtür tıksırtır gözünüzden yaşlar akar.
Türk ahfadının ciğerlerine kast eden amansız bir taarruz... Yok canım daha neler. O kadar da değil ama!
Leblebi unu kaşıklayan tıfıllar akranları tarafından güldürülmeye çalışılır. O da yüzlerine döner "Yusuff" der inadına.
Bazıları PeÇeTe kelimesini terennüm eder, tabanca gibi saydırırlar. Daha da edepsizleri ıslık çalar güya. Hani pambırpab üflenir ya, o hesap.  Üstün başın toz duman, bakındı hele haytaya!
Yok efendim leblebi unu müptelalık yapıyormuş da filan. Tamam tinerci gibi torba emdiğimiz vakıa ama keyfimizden değil, leblebi unu bir çocuğun alabileceği en ucuz mamuldür zira. Parayı bile bilmeyen minik bakır mangırı tezgâha koysa, "bakkal amca buna ne olur" diye sorsa, kesin leblebi unu sıkıştırır avucuna.
Diyelim Çorum'dan, Ağın'dan, Tavşanlı'dan leblebi geldi, birkaç avuç havanda dövseniz...I ıh  olmaz. Hijyeniktir değildir o ayrı mevzu lâkin bakkaldakinin tadına ulaşılmaz.
Zaten Eminönü'nde kaynayan mısırlar da başkadır, sefil seyyar hıyar soysa mis kokar. Evde küfeyle varmış kimin umurunda?
Eğri oturup doğru konuşalım. Kavut "ince bir zekânın ürünüdür" aslında.
Adam kimsenin yapmadığını yapmış, bir nesli yakalamayı başarmış.
İşte dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta.
Değişik bakmak, farklı olmak.
Şimdilerde "inovasyon" diyorlar buna.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.