Mescid: Secde edilen yer!

A -
A +

Osmanlı camilerinde herşey yerli yerindedir, göze de hoş gelir gönle de. Bir yanda mektep, medrese, bir yanda çeşme, meşruta, hazire... Sonra şehirler kalabalıklaşır, yeni camiler sıkışır kalırlar arada. Avluymuş, şadırvanmış ne mümkün? Cemaat abdestini umumi helâlara açılan bir aralıkta tazeler. Yerin iki kat altında. Evet su şofbenle ısıtılır, duvara sıcak hava üfleyen bir alamet asılır. İyi de huşu santigrad derece ile ölçülen bi şi değildir ki ama... Bazıları sırf tuvalet için girip çıkar, tükürür, sakız, izmarit atar. "Küçük 50. Büyük 75!" Bekçi alacağı paraya bakar. Son cemaat yeri bildiğiniz ardiye... Alüminyum doğramalar, tozlu tabutlar, naylon hasırlar. İçeri geçerken bi sensör sizi okur, otomatik kapılar vınlayarak yana kayar. Yerde tekdüze bir fabrika halısı, cemaat "şerit takip sistemi" ile dizilir safa. Oturursun, dizlerin ılıcık olur, tabana rezistans döşenmiştir zira. Peki toz kaldırmaz mı? Herhalde yani, kaidedir ısınan hava yukarı çıkar daima. Sistem programlanmıştır, vakit girmeden beş dakika evvel açar, on dakika sonra kapar. Peki omzunuz sırtınız? O iş infrared ısıtıcılara kalır, ya da klimalara... Fanlar tepkili tayyare gibi üfler. Aletlerin şaftı kayıktır, felaket uğuldar, başınıza ağrılar sokar. Yazın ver soğuğu donsunlar, kışın dayan suhuneti yansınlar. Ekmek elden, elektrik barajdan nasıl olsa... EZAN?RUHUN?GIDASI Şerefede gördüğünüz son müezzini hatırlıyor musunuz? İhtimal kısa pantolan vardı bacağınızda... Minareler nicedir örümceklere güvercinlere terk edildi, sadece ses ve görüntü veriyorlar. Ezan-ı Muhammedi cami içinde okunur, hoca efendi parmağı ile tık tık dokundu mu hoparlör ramazan topu gibi patlar, kuşlar havalanır, çocuklar analarına sokulurlar. Elektronik cihazların nerede ne yapacağı belli m'olur? Bazen ciuuuvvzckdoiing gibi tırmalayıcı sesler çıkarır. Bazen de radyo sinyallerini çeker, ferahfeza makamından ayar verir adama. Bizim zamanımızda İstanbul sakindi, ahşap evler, mezarlıklar, bostanlar... Ne korna siren, ne tayyare, otoban... Müezzinler minarelere çıkar, ellerini kulaklarına atarlar. Biri bitirir, öbürü başlar, kimi Kahire aksanı ile haykırır, kimi Harameyn'e yelken açar. Bigün bi baktık minareleri "merkeze" bağlamışlar. Tuhaf, üç yüz müezzine maaş ver ama tek seda al! Şimdi mescide girdiniz diyelim, hemen sağda bir kapak... Açın, karşınıza koca bir kontrol tablosu çıkacak. Bir hat minbere uzanmış, üç hat mihraba... Mahfile, minareye, oraya buraya... Biliyor musunuz yanıp kül olan tarihi camilerin faili hep bu kirli kablolar. Müezzinlerin işi yok, hatları kovalasın, ekolayzırla boğuşsunlar. Yok şalteri indir, yok butona bas. Bir ara imam efendilerin rükuya giderken başları hafifçe dönerdi sağa. Mikrofona! Sonra üç kollular yayıldı. Biri boy (kıyam), biri bel (rükû) biri de halı (sücûd) hizasında. Şimdi yaka mikrofonları çıktı cübbeye iliştiriyorsun tamam. "Takmatik" diyorlar ona. KUR'AN KALBE ŞİFA Halbuki bazı camilerde yarım saf cemaat olur. Bırakın bağırmayı, fısıldasan duyar. Ama her sütuna bir kolon atarsan, sesler çarpışıp yankılanır. Kub-beyi garip çınlamalar sarar! Sahi, ecdad koca Selimiye'de, Süleymaniye'de nasıl kılıyordu acaba? Mübelliğ diye bir kelime hatırlıyorum ama... Sesin cami hudutlarını aşması da ne kadar doğru bilmiyorum valla... Kur'an-ı kerimi işiten, edeple oturup dinlemeli. Oysa yayın mahalleyi sarınca... Yatan var, uyuyan var, adam belki hamamda, helâda... Ecdadın 5 asırlık camisi göz okşuyor. Mermerler taşa yakışıyor, sedefler tahtayı açıyor. Kubbe minare arasında o ahenkli nispet, bir metre kısası az, fazlası fazla. Biz 21 YY. cami yapıyoruz oluklu saclar, briketler, uyduruk doğramalar... Avuç içi kadar mescidin yanına üç şerefeli minare dikiyoruz, yetmedi bir daha... Nerede ucuz fayans, naylon çiçek varsa doldur gitsin... Klimalar, vantilatörler, digital vakit cetvelleri, pilli saatler, mavi floresanlar, güllü aplikler, kararmış avizeler, led lambalar. Haaa bir de yeni çıktı cep sinyallerini dağıtmak için jammerlar. İskemleler, tabureler, bazılarında hususi sıralar. Bu ne ya? Tevbe tevbe metrobüse çevirmişler diyeceğim dilim varmıyor. Diyanet Reisi kaç defa tamim yolladı aldıran yok, demek ki biçarenin gücü yetmiyor! Sandalyecilere "tamam beyamca" diyeceksin "zamanında mübaşirdin, zabıt katibiydin, ya da ne biliym belediyede âzâ... Burada makam, mevki olmaz ki ama." Hocaefendiler "Kulun Allahü teâlâ'ya en yakın olduğu an secdedir! Zaten mescid 'secde edilen yer' demektir" diye vaaz etmiyorlar mı? Ne söylesinler daha?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.