Eğer arazide iseniz zelzele korkulacak bir şey değildir, azıcık sallanırsınız o kadar. Yok ahşap içindeyseniz, binanın gacırdadığına gıcırdadığına şahit olursunuz... Çiviler yerinden çıkacak değildir, çok çok evin beli bükülür biraz daha. İçiniz rahattır, üstünüze çökse bile tahtaların altından çıkabilir, aynı malzemeden yeni bir ev çakabilirsiniz. TOPRAK?DAMLAR Doğu Anadolu evleri tatsızdır. Taşıyıcı unsur olarak dört kerpiç duvar, tavana da kavak ağacından hatıl atarlar. Üstüne bir kamyon toprak döker, "lov" ile eze eze sıkıştırırlar. Buna rağmen su yolunu bulup sızar, hatıllar zamanla çürür, yük çekemez olurlar. Sallantıda tavan çökebilir ki Allah muhafaza! Bazı yerlerde de dereden toplanan taşlar çamur marifetiyle tutuşturulur. Misketleri üst üste dizmek gibi bi şi... Zelzelede ipi kopmuş tesbih gibi dağılırlar. Eskiden "kız alırsan Muğla'dan, ev yaparsan tuğladan" diye bir söz vardı. Muğlanın kızlarının nasıl hamarat oldukları mâlum ama dolgu tuğla matah bir malzeme değildir aslında. Çocuklar taşla ezer, oyunda "kırmızı biber" diye satarlar. Yığma binalarda kolon kiriş yoktur, duvarlar tavanı rahatlıkla taşır, tavan da duvarı yerinde tutar. İnsanı germez, zaten umumiyetle bir, nadiren iki katlıdırlar. MÜTEAHHİD FURYASI Derken efendim şehirlere göç başlar, inşaat ile uzaktan yakından alâkası olmayan uyanıklar müteahhitliğe kalkar. O yıllarda "topraktan girme" denilen bir usul vardır. İş bilenler daire dükkan vaad eder, arsa sahibini kandırırlar (velev ki üzerinde asırlık köşk bile olsa). Demir pahalı değildir ama ah ucuza çıkarmak gibi bir dertleri olmasa. 12'lik kullanılacak yere 8'lik çakar, 6 çubuk atılacak kolana dört tane tıkar kaçarlar. Kumu dereden çeker, çamuru yıkama ihtiyacı duymazlar. Denizden kepçelenen tuzlu malzemeyi midyesi ve yosunuyla demirin başına sardırırlar. Beton atılacağı gün iki kürekçi tutulur, bunlar ambar denilen kalıbın içini çakılla doldurur. Ortasını açıp havuzlandırırlar. Çimento karaborsa değildir ama azıcık azıcık koklatırlar. Kürekçiler birkaç teneke suyla harcı alt üst eder malzemeyi doğru dürüst karışmadan dökerler kalıba. Kalıp tahtaları defalarca kullanılmış ağzı yüzü kaymıştır, şekilsiz izler bırakır tavanda. Beton atıldıktan sonra sık sık ıslatılmalı, suya doyurulmalıdır. Gelgelelim bizde paydos dendi mi amele gider, kalıp sökülünceye kadar uğrayan olmaz. Bir güneş, bir rüzgar... Beton Harran ovası gibi çatlar. Boşver der geçerler "şap atılacak değil midir nasıl olsa?" Endişenizi dillendirirseniz alaya alırlar "korkma bişeycik olmaz" muhabbetine girer, lâfı ağzınıza tıkarlar. TAMAMEN DUYGUSAL! Peki belediye bakmaz mı? Fen işleri neye yarar? Elemanlar rakılı sofralarda ağırlanmış, bağlanmıştırlar. İmzalar tıkır tıkır atılır, "bahşiş" aksamadığı müddetçe "mesele" çıkmaz. Karşımızda bir işyeri inşaatı var, geçen bir köşenin kırılması icabetti. Kompresörler akşama kadar takırdadı, kıymık koparamadılar. Eh hazır beton olunca... Eskiden nerdeee? Şöyle sıkısından iki balyoza bakar. 17 Ağustos'ta bazı binalar moloz yığınına dönmüştü bir anda. Betonu birbirine sürüyorsunuz ufalanıyor. Demirleri kat kat pas tutmuş, galeta gibi kırılıyor. İskeletler kendini taşımaktan aciz, yetmiyor gibi kolon koparmış mağaza yapmışlar. Kestirmeden parayı bulacaklardı, netice ortada! Böyle bir şey var mı ya? Üç cephe ışıl ışıl vitrin, kaç yüz bin tonluk apartman boşlukta duruyor adeta.