Vah vah pek de genç...

A -
A +

Eskiden hastane poliklinik bilmezdik. Eve hekim çağırılırdı icabında.

Doktorlar sokakları en az postacılar ve tüpçüler kadar bilir, bizzat hususisine biner, kapınızı çalarlar. Körüklü meşin çantaları vardır. İçinde stetoskop, derece, tansiyon aleti... Ampuller, flakonlar... 
Lüzumu halinde cam enjektörü kapaklı bir alüminyuma koyar, gaz ocağında iki fıkır kaynatırlar.
Mahalleli meraklı anam, gelir başına toplanırlar "yaşıycak mı doktor" diye şamata yaparlar.
Çocuklar doktoru gelişinden bilir, beyaz önlük giymese de kokusundan tanırlar.
Eski hekimlerin röntgene tahlile ihtiyacı yoktur, nabzınızı tuttular mı bilmeceyi çözer, renginizi okurlar.
Soooora...
Sonra biz onların ayağına gitmeye başladık, muayenelere yığıldık adeta. Para veriyoruz ya, zarf atıp denemeye kalktık aklımız sıra.
 Derken efem, içimizdeki doktorlar uyandı. İlk tahsilimizi televizyonda yaptık, orta tahsilimizi ise Pazar ilavelerinin satırları arasında. İhtisasımızı internette ikmal edip, tedrisimizi tamamladık.
Hatırlayacaksınız, bir zamanlar mama firmaları anne sütüne karşı bir kampanya açmışlardı. İnandık. Hakikate ne zaman muttali olduk biliyor musunuz?  Emzirilmeyen çocuklardan psikopatlar, seri katiller çıkınca.
Demek ki o memeden akan sadece süt değil,  anne kokusu alan çocuk şefkat yükleniyor bu arada.
Altmışlı yıllarda yumurtadan göründüler, mübarek nimetin zararsız olduğunu anladık ama... Neden sonra.
Bir ara ete, bir ara süte taktılar. Hoş mutabık kalmış değiller, pastörize, UHT ve sokak sütü arasında gidip geliyorlar hâlâ.
Kimi beyaz et yiyin diyor, kimi de "aman, aman" diye ikaz ediyor. İkisinin de taraftarları var, birbirini kırıyor.
Tabii makaleleri okunuyor, kitapları basılıyor, tıkları biteviye yükseliyor.
Hani bir yolunu bulup ekrana çıksanız ve "ananas ile lahana 'A'  vitamininden yana zengindir çünkü her birinde üçer tane 'a' harfi bulunuyor" diye saçmalasanız inanan çıkar mı?
Korkarım çıkar, birileri eteğini tutup markete koşar.
Saç dökülmesi ve cild bakımı üzerine program hazırlayacaksınız da reyting yapmayacak.
Kilolular tamam da kilosuzlar da diyetle bozmuşlar. Kimi una yağa şekere mesafe koyuyor, kimi inadına protein alıyor, makarna yiyor. Bir diyetisyen öğünleri sıklaştıracaksın diyor, öbürü sakın ha diye parmak sallıyor.
Günde on defa tartılıyoruz, terazi imalatçıları mal yetiştiremiyor.
Asansörsüz yapamaz olduk. Bir sigara içimlik mesafeye otomobil çıkarıyoruz ve elimizden kumanda düşmüyor. Halbuki tırpanla ot biçenleri düşünün, taa belinden dönüyor, kollar omuzlar bir o yana gidiyor, bir bu yana. Sabahın serininden akşamın alacasına... Söyleyin baklava börek ne desin ona?
Adam gitmiş muayene olmuş, ilacını almış, tam başlıycak "yok abam onu kullanma dur benimkinden vereyim sana!"
İyi de belki senin hastalığın ayrı. Olamaz mı ama?
Bir cildiye vakası nasıl tezahür edebilir? Kızartı, kaşıntı, sulanma... Hepi topu üç işaret, ne olabilir ki başka?  Lâkin mütehassıs binlerce mana çıkarıyor bir kere bakınca.
Herkesin elinde bir tansiyon aleti, herkes şeker ölçüyor. Oram ağrıdı film, şuram ağrıdı tahlil. Devlet deniz, nasıl olsa.
Avrupa'nın benim diyen başkentlerinde sayılı sayıda MR cihazı var. Bizde her mahallede üçer beşer tane maşallah. Hasta istiyor, hekim yazıyor, görüntüleme merkezleri para basıyor.
Eskiden vehimliler verem olmaktan ürkerlerdi, şimdi hastalık çoook. Anahtar kelimeleri yazan gogılda cevap arıyor.
Şu mu, bu mu? Evhamyaren oluyorlar hiç yoluna...
Bir büyüğümüz (nur içinde yatsın) "tetkikten, teşhisten ve teraziden uzak durun" demişti anlayamamıştık.  
Geç oluyor ama sonunda hak veriyoruz onlara!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.