Ah be gençlik... Vatandaşlık dersi almamış bir genç... Popülariteye aldanan sporcu toyluğuyla... Kesilen trafik cezasını polisin suratına attı... Suç katmerleşti, kamu görevlisine hakaretle... Alıp götürdüler genci karakola... Attılar nezarete... Bir saatlik sorguda ömürden ömür gitti... Babacan bir komiser acıdı gence... "Bir daha buruşturup yırtıp atma" dedi. Af dilercesine, boyun eğdi genç, bu nasihate... Memur şikayetinden vaz geçti... Kelepçeler takılmadan söküldü. ...ve gencin gözü dünyaya yeniden açıldı. Yusuf... Yusuf!.. Sporun nesini seviyorsunuz? "Çoçuğuma söz geçiremiyorum" diyen bir anne sormuş: "Bu sporun nesini seviyorsunuz?" Ardından, şaşkınlığımızı gidermek için olsa gerek örnekleri sıralamış: - Savaşa gider gibi; baltayla, satırla maça gitmenin neresi spor? - Pırıl pırıl insanlarımızı çılgın birer fanatik yapan yönetici söylevleri mi spor? - Hak ve adaletin sembolü bir hakeme küfürler savurmanın nesi spor? - Federasyona, medyaya, futbolcuya dünyayı zindan edecek tavırlar mı spor? - Büyüklere aslan payı, küçüklere azılı bir dayı kesilen çifte standartçı yaklaşım mı spor? - "Marketing" oyunlarıyla ekmek paramıza dahi göz diken aç gözlülük mü spor? - Ülkemize büyük projeler kazandıracak beyinleri, "taraftarlık masalı"yla oyalamak mı spor? Uzayıp giden sorular, "Bu sporun nesini seviyorsunuz?" cümlesiyle sona eriyor. Sizi bilmem ama bu soruya benim bulabildiğim en iyi cevap şu: Ben, insanların yüreğindeki boşluğa hapsettikleri o saf, tertemiz karşılıksız sevgiyi seviyorum. Ayrılsak da beraberiz Barcelona'daki temsilcimiz kaleci Rüştü son maçında hatalı bir gol yedi! Bu gol, İspanyol televizyonlarından çok bizim ekrandan düşmedi. Rijkaard, "Eyvah!.. Böyle bir kaleci olur mu?" demiş de... Rüştü artık İspanya'da duramazmış da... Menajerleri harıl harıl kulüp arıyormuş da... Daha bir sürü abuk subuk yorumlar. Sıkıldım... Üzüldüm... Açıkçası her kalecinin başına gelebilecek bir görüntüyü ısıtıp ısıtıp ekrana taşımanın mantığını anlayamadım. Ama meğer bunun da bir mantığı varmış... Bu televizyonlar bir süre önce "Rüştü Fener'e dönüyor" diye haber yapmış... Şimdi fırsat bu fırsat deyip yüklenmişler... Bakarsın Rüştü döner de haberleri doğru çıkar. Yapmayın beyler... Destek verilecek yerde köstek olmayın... (Küçük bir not: Rüştü döndü... Hem de ailesiyle birlikte... Ama Fener'e değil, tatil için...) İlhan'ı da sat başkan Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili'ye bir teklifim var. "İlhan Mansız'ı sat başkan!.." Menajerler bul... Araya aracılar koy... Ne yap et... Ama... "Nihat'ı sattığın gibi İlhan Mansız'ı da zamanında sat, başkan..." Sat ki, Ahmet Dursun gibi İlhan'ı da küstürüp, karşılıksız kaybetmesin Beşiktaş. Sat ki, siyah-beyazlı tribünlerin değişim talebine çare düşünebilsin, yönetiminiz... Sat ki, "İyi bir golcü" diye haykıran Lucescu'nun derdine derman bulasınız. Sat ki, UEFA kriterlerinin devreye gireceği bir döneme yeni, genç ve yetenekli isimlerle borçsuz harçsız girebilsin Beşiktaş. Sat ki, "Beni bir sen anladın sen de yanlış anladın!" diye sitem ettiklerin bile sana hak verip yaptıklarınla gurur duyabilsin. Sat ki, milli sınırlarımız içine sıkışan Beşiktaş'ı futbol zenginlikleriyle Avrupa'ya taşıyan ve Beşiktaşlılar'ın gözünü dünyaya açan vizyon adamı kimliğin zihinlerde yer etsin. "İlhan Mansız'ı sat başkan!.." Fener'in hali fıkralık! Fener'in son transferi: Marcio Ferreira Nobre! Yöneticiler onun için "Fişek gibi bir golcü" diye dursun... Bugüne kadarki hiçbir araştırması boş çıkmayan bizim M.Tahir Kum'un verileri; gerçeği tam bir "bomba" olarak gözler önüne seriyor... Düşük performans... Uyumsuz ve uzlaşmaz bir kişilik. Sarı-lacivertli taraftarlar da umutsuz olmalı ki, Nobre'nin F.Bahçe'nin, G.Saray'ı 6-0 yendiği güne denk düşen doğum gününde bir uğur ve teselli arıyor. İşte Fener'in içine düştüğü bu hal bize şu fıkrayı hatırlattı. Ünlü düşünür Eflâtun kumar oynarken yakaladığı öğrencisini azarlar. Öğrenci, "Hocam" der "Ben parasına oynamıyorum ki!" Eflatun öğrencisine acı bir şekilde tebessüm ettikten sonra der ki: "Ben seni para için değil, kaybettiğin zaman için azarlıyorum!"