Yazımın, başlığını "Bir kahraman ve bir İspanyol!" diye atacaktım... Ama, Tugay, ikinci yarı futbol tarihinde eşine ender rastlanan, tamamen "Tugay" patenli öyle bir pas attı ki... Lokum!... Okan, o lokum gibi pası, sol ayak içiyle öyle bir yoğurdu ki, Ernst Happel Stadı'ndaki sinir harbi, bir anda düğün havasına dönüverdi. Yoksa?.. 2002 Dünya Kupası finaline giden yol, Manuel Mejuto Gonzalez! diye bir İspanyol hakemin suni barajına takılacaktı... Güya bu adam, İspanyol futbolunun "bir numarası!"... FIFA Hakem Komisyonu Başkanı Şenes Erzik'e göre de Garcia'dan sonra İspanya'nın en iyi hakemi Gonzalez! Yahu... Sahadaki uygulamayı görünce, "Garcia kim, bu adam kim?" diye haykırmak geliyor insanın içinden... Adam, hakem makem değil; sanki Türk futbolunun istikbaline göz dikmiş kasap! Habire futbolumuzu buduyor... Top ne zaman bizimkilerin ayağına gelse, "düüüt" ötüyor... Yetmedi mi? Bizimkiler, ne zaman ikili bir mücadeleye girip, topu rakipten söküp alacak olsa, Gonzalez hortlak gibi oracıkta bitiyor... Caart... Kart! Yahu, el insaf be!.. Bırak da biraz, futbol oynayalım... Ne yalan söyleyeyim, bu İspanyol'u hiç mi hiç sevemedim... Oysa; benim Dünya Kupası tarihimdeki ilk mutlulukta İspanyollar'ın çok özel bir yeri var... 1954 Dünya Kupası'na Türkiye'yi "Franco" isimli bir İspanyol çocuğunun "yazı-tura"sı taşımıştı... Avusturya maçını seyrederken, bir Franco'nun gülen yüzünü düşündüm, bir de Gonzalez'in nemrut suratını... Neyse... Geçelim... Türkiye, 2002 Dünya Kupası finallerine gidecekse, bunu hakemle değil, futboluyla başarmak mecburiyetinde... Nitekim, öyle de oluyor... Teknik direktörümüz Şenol Güneş, Avusturya karşısına "Yenemezsen yenilme!" anlayışına uygun, orta sahayı kalabalık tutan bir takım sürdü. Düzenimiz, 3-6-1'di... İlerde, bir tek Hakan Şükür'ü bırakırken amaçlanan şey, Avusturya savunmasını bu futbolcuyla oyalayıp, orta sahadan Okan ve Yıldıray'ı hücuma çıkararak gol bölgesinde çoğalmak, hatta oyun kurucu Tugay'ın şık şutlarıyla gol aramaktı. Fakat, bizi bizden iyi tanıyan Avusturya Teknik Direktörü Otto Bariç kontraya girdi, maç başlamadan taktik ve oyuncu değiştirdi... Oyun sistemini 4-4-2'den 3-4-1-2'ye çevirirken, daha önce açıkladığı onbirden Kitzbicher ve Prilasning'i kulübede oturtup, savunmadaki Strafner'i ortaya çekip, Tugay'ın üstüne vererek, bir ölçüde bu oyuncuyu marke edip, Milli Takımımız'ı durdurmayı hedefledi. Ama tutmadı, strateji savaşını Türkiye kazandı... Güneş'in fendi Bariç'i yendi... İlk 45 dakika çok kötü bir görüntü veren Tugay'ı ısrarla oyunda tutan Şenol Güneş bu futbolcunun muhteşem bir pasıyla Viyana'da belki de futbol geleceğimizi değiştirmekle kalmadı, bu oyunda "sabır"ın ne kadar önemli olduğunu da bazı kafalara kazıdı... Bilmem anlatabildim mi? Güneş'i anlamamakta hâlâ direnenlere, Avusturya'nın büyük silahları Herzog, Haas ve Wallner ile Otto Bariç'in maçtan sonraki suratlarına bakmalarını tavsiye ederim...