Kayseri'den çok sayıda telefon aldım dün... Çoğu, teşekkür içindi. "Kayserispor'un başarısının hakkını verdiğiniz için teşekkür ederiz!" Aslında bu teşekkürler, şahsıma değildi. Gazetem Türkiye ve İHA'nın "Yiğidin hakkını yiğide veren" habercilik anlayışınaydı. Ama okuyucu teşekkürü ulaşabildiği en kestirme adrese yapıyordu. Asıl merak ettikleri ise, koskoca İspanya temsilcisi Villareal, İntertoto'da çakılıp kaldığı halde, 'asansör' takım hüviyetindeki Kayserispor'un UEFA'ya nasıl yükseldiğiydi? Aslında, dilimizin döndüğü kadar bunu dün anlatmıştık. Ama demek ki yeterli olmamış. Ben de daha donanımlı olması için üşenmedim dün Kayserispor Menajeri Süleyman Hurma'yı arayıp sordum: "Başarının yazılıp, çizilmeyen püf noktası nedir?" Hurma, "Herkesin yaptığı çalışmaları zaten yapıyoruz. Ama bizim diğerlerinden farkımız, bilenle bilmeyenin farkı!.. Yani, statüyü iyi biliyor olmak, başkalarının angarya gördüğü ortamdaki UEFA hedefini önceden biliyor olmak ve ona göre hazırlanmak... Birinci neden bu... İkincisi ise, biz futbolu sadece bir oyun olarak görmüyoruz. Bir kültür olarak algılıyoruz. Aslan yatağından belli olur prensibinden hareketle, tesislerimizi 5 yıldızlı birinci sınıf bir turizm merkezi haline getirdik. Son bir yılda tesislerimize tam 600 tane ağaç, 2000 tane gül diktik. Erciyes'in maketi yapıldı, büyük bir şelale inşa edildi. Futbolcusu da, yöneticisi de, malzemecisi de, tesislerden ayrılıp, eve gitmek istemiyor. Kayserispor'dan inanılmaz güzel bir ortam tesis ettik. Başarının asıl sırrı bu" dedi. Bir şey daha sordum... "UEFA ön elemesinde rakibiniz olacak takım için 'Şu ülkeden olursa daha iyi olur', diye gönlünüzden geçirdiğiniz bir takım var mı?" Hurma açık konuştu: "Ertuğrul hoca da, sayın başkanımız Recep Mamur da, futbolcularımız da, kısaca hepimiz aynı şeyi düşünüyoruz. Biz çok iyi bir ekibiz ve bizim karşımıza hangi takım çıkarsa çıksın, fark etmez..." İşte olay bu... İşte Kayserispor'un başarısındaki temel sırlar, "inanmışlık" ve "futbol kültürü"nü hayatın gerçekleriyle bağdaştıran bir büyük beraberlik! Yani, bilenle bilmeyenin açık farkı!.. ------ Temiz eller savcısı göreve Dün bir haber okudum. Aslında çok daha öncesinden Futbol Federasyonu'ndaki dostlardan duymuştum haberi de şaka diye gülüp, geçmiştim. Haber şuydu: "Levent Bıçakçı, Şike Komisyonu'nun başına düşünülüyor!" Yani, kirlenmiş olan futbolun temizlik hizmeti Bıçakçı'ya ihale ediliyor. El insaf dedim kendi kendime... Türk futbolunun mümtaz simaları, değerli genel kurul üyeleri, Bıçakçı'yı şike, teşvik ve futbol mafyasının üzerine gidiyor, arı kovanına elini sokuyor diye uzaklaştırmamışlar mıydı? Yine o malum çevreler, Bıçakçı ve kurduğu ekibi genel kurul sonrası kapıya koymamışlar mıydı? O halde ne oldu da Levent Bıçakçı'ya can simidi gibi yeniden sarıldı bu insanlar? Anlamak mümkün değil... Tabii Bıçakçı'nın tavrı ne olur onu bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var, o da şu: Benim tanıdığım Levent Bıçakçı dolmayı bir kere yutar. İki kere elini taşın altına koymaz. Koyarsa da karşılığını ister. Der ki, "Arkadaş... Ben, şike, mafya ve teşvik gibi futbol markasını kirleten olayların üzerine o eski cesaretimle gideceğim. Ama herkes de sonucuna katlanacak. Soruşturma döneminde de kimse, aman şuna dokunma gibi telkinlerde bulunmasın!"İşte, bu şartlar altında Bıçakçı faydalı olur. Yoksa, havanda su döver. Öcal Uluç ağabeyin tabiriyle "Dibek dövücünün hınk deyicisi" olur ki, bu da Bıçakçı başkana hiç yakışmaz! ------ Tigana'nın mimikleri Aslında yazının başlığını "Fransız teknik adamın panikleri" diye atacaktım. Ama, önümdeki fotoğraflardaki, mimikler Tigana'nın çok huzursuz olduğu imajını uyandırdı bende. Nitekim, Nancy maçından sonraki açıklamaları da bu tespitimi doğrular nitelikte: "İyi takım iyi bütçe ile kurulur! Benim, listemdeki isimler alınmadı!" Yapma etme sevgili Tigana!.. Üç hazırlık maçındaki skora bakıp da karamsarlığa düşme... Elinde müthiş bir oyuncu topluluğu var... Fakat, benim bir idmanda gözlemlediğim kadarıyla, sıkıntı, senin henüz o takımı nasıl oynatacağına karar verememiş olman... Geçenlerde de yazdım... Stoperden sol bek üretmek gibi gereksiz bir çabanın içindesin... Bir şey daha, kanatlardan havadan şişirme, ters toplarla hücum hazırlıyorsun... Oysa, bu oyunun en başarılı uygulayıcısı olan İngilizler bile vazgeçti o tarzdan... Ayağa garanti paslarla ataklar hazırlıyorlar... Alan daraltarak, top kazanmaya çalışıyorlar... Tempo yükselterek, derinlemesine oynayarak hücuma çıkıyorlar. Bence Beşiktaş'ın zaafı burada... Bir kere daha iddia ediyorum... Tigana'nın abarttığı kadar yetersiz değil bu Beşiktaş... Aksine hayat pırıltılarıyla dolu bir takım bugünkü Beşiktaş... Mesela Rıza gibi genç bir forvet var elinde... Son vuruşlarda da çok başarılı... Ama, ilk onbirde yok, neden? Serdar Kurtuluş, Burak ve İbrahim Akın hakikaten işlenmemiş pırlanta konumundalar. Pardon... İbrahim Akın'la ilgili Beşiktaşlı dostlardan ilginç şikayetler işitiyorum... Kendine bakmıyor, gelişmeye açık değil gibi... Dilerim duyduklarım doğru değildir. Aksi takdirde, kendine yazık eder!