Klasik bir ifadeyle "Futbol nankör bir oyun. Bu oyunda dün yok, bugün var" diyerek Mustafa Denizli'nin başına gelenleri özetlemek pekala mümkün. Ama, hayır!.. Nankör olan sadece futbol mu, hayatın kuralı böyle işliyor günümüzde... Kazandın mı ayaktasın... Kaybettin mi ayaklar altındasın... Anka kuşu misali dün sizi "İmparator" diye kanatlarıyla bulutların üstüne taşıyanlar... Bugün geçmişi yok sayarak, sizi en sarp kayalıklara atıveriyor... Böyle bir durumda yapılacak tek şey var. Yeise düşmeden... Duygulara esir olmadan... Elemli düşüncelerle boğulmadan... Yaşama sevincini her zamanki gibi taze tutup, "Bu da geçer" diyerek, sabırla - inatla ve aşka hayatla mücadeleye yeniden sarılmak! Kayıplar ancak bu şekilde yeniden kazanca ve mutluluğa dönüşebilir... Mustafa Denizli, birçokları gibi, benim de yakından tanıdığım, inandığım ve bu ülke futboluna hem kulüplerde hem de Milli Takım'da büyük katkılar sağladığına inandığım bir teknik adam. Nasıl ki, "Altın çamura düşmekle sakıt olmaz" ise, Mustafa hoca da F.Bahçe'deki görevinden uzaklaştırılmakla, teknik adamlık karizmasından bir şey kaybetmez. Şimdi, Mustafa Denizli'den beklenen şey, büyüklüğüne yaraşır bir şekilde, en kısa zamanda kamuoyunun karşısına çıkıp, "Yıkılmadım, ayaktayım!" diyebilmesidir... İşte o zaman, Denizli'nin F.Bahçe'yi değil, F.Bahçe'nin Denizli'yi kaybettiğine inanacağım... Gelelim, Aziz Yıldırım ve onun F.Bahçe'sine... "Onun" diyorum, çünkü bugünkü F.Bahçe ile geçmişteki F.Bahçe arasında hem iyi, hem de olumsuz yönde uçurumlar var!... Önce iyisinden başlayalım... Aziz bey, F.Bahçe'yi tesisler zengini yaptı... F.Bahçe Stadı, Dereağzı ve Samandıra herkesin gıpta ile baktığı yatırımlar... Ama, F.Bahçe'yi çağdaş bir kulüp yapamadı Aziz başkan. Hâlâ, ortaçağın derebeylik zihniyeti içinde tek adam gibi yönetiyor kulübü... Astığı astık, kestiği kestik... Tribünde, Milli Takım ve F.Bahçe'de sembol olmuş Rüştü gibi dünya efendisi bir kaleciye saldıran amigoları var. Medyada, kamuoyuna sufle yapan adamları var... Sağda, solda her yerde adamları var... Bu adamlar, Aziz beyin bir dediğini iki etmiyorlar. İddia ediyorum... F.Bahçe; tarihinde, hiç ama hiç, böylesine gözükara insanların kulübü olmadı. Otorite adına kulübün "En radikal başkanı" diye bilinen Ali Şen döneminde bile, yasaklar vardı ama demokrasi de vardı. Gazeteci, "Basın Ahlâk Kuralları" içinde görevini yapar, başkanın hoşuna gitmeyen yazılarından dolayı taciz edilmezdi. Teknik adamlar, teknik konularda tek yetkili kişilerdi... Bugünkü gibi müdahalelere uğramazlardı... Maçlardaki 15 dakikalık devre aralarında, soyunma odası baskın yerine dönmezdi... Teknik adamlar ve futbolcular, maçın teknik analizini ve ikinci yarıda uygulayacakları; bireysel, grup ya da maç taktiğini konuşurlardı. Daha da önemlisi, geçmişte futbolcularla hoca arasında olanları öğrenmek için, lâf taşıyıcılar da yoktu... Geçmişte hoca, saygındı... Hocanın ilke ve prensipleri, takımın da ilke ve prensibiydi... Özetle hoca, 'ata iğreti binen kovboy' rolünde değildi... İşte, Mustafa Denizli'nin tek ve en büyük suçu, geçen sezon elde ettiği şampiyonluğa kanarak, şahit olduğu "Bu olumsuzlukları düzeltebilirim" inancına kapılmasıdır. Bu inanç, Mustafa hocayğ "Denizli'yi Denizli" yapan ilkelerden uzaklaştırmış, kendi kendine yabancı hâle getirmiştir. Mustafa Denizli fotoğraflarına bir bakın; bir buçuk yılda kaç yaş birden yaşlanmıştır! Sorarım size, böylesine stres yüklü, huzursuz bir ortamda başarısızlığın tek sorumlusu Mustafa Denizli midir?.. Gitmesi gereken tek kişi hoca mıdır? Hayır!.. Ama, dişlinin en zayıf halkası Mustafa hocadır... Yatırımlar devam ederken, Aziz Yıldırım'a kimse git diyemez.