Çok duygulandım!.. Her şey öyle ince ve zarifce plânlanmıştı ki... Bir an, Dünya Şampiyonu'nun galasında gibi hissettim kendimi, Esma Sultan Yalısı'ndaki Futbol Federasyonu'nun Nike ile yaptığı sponsorluk anlaşmasının imza töreninde. Kolay değil... Türk futbolu, çok zahmetli yollardan geçerek bugünlere geldi... Milli Takım'a hocalık eden saygıdeğer futbol adamları Coşkun Özarı ve Metin Türel'in her hatıratında yer alan "Gazoz parasını ödeyecek gücümüz yoktu. Krampon bulamadığımız günler oldu" dediği noktalardan, "Ben bu malzemeyi kullanırım... Ama bir bedeli olur!" diye sıkı sıkıya pazarlık edebileceğimiz bir güce kavuşuyoruz. Adidas'tan Nike'a yönelik tercihin bedeli olarak Türkiye Futbol Federasyonu'nun kasasına ilk 6 yıl için net 18 milyon Dolar giriyor! Dahası da var... Dünya'daki rakiplerimiz, bu sektörde en son hangi teknolojiyle donanıyorsa ve yarışıyorsa bizimkiler de o imtiyazlara sahip oluyor. Bir düşünün, bu az şey mi? Hayır, değil. Hele hele Sidney Olimpiyat Oyunları'nda Dünya ve Avrupa Şampiyonu güreşçimiz Harun Doğan'ın başına gelenleri bilen bir gazeteci için, bu anlaşma çok önemli. Sidney Olimpiyat Oyunları'ndaki rezalet bir kâbus gibi çıkmıyor. Güreşte 4 yıllık olimpiyat hazırlık serüveni, fiyaskoya dönüşünce, fatura günahsız bir gence kesilmişti. Hem de gerçekler, kamuoyundan gizlenerek! Bahane şuydu; "Harun Doğan, ay-yıldızlı mayoyu giymedi!.." Bu doğru değildi... Doğru olmadığını da en iyi bilenler, dönemin spor bakanı Fikret Ünlü, GSGM Genel Müdürü Kemal Mutlu ve Güreş Federasyonu Başkanı Ahmet Ayık'tı. Ama, kendilerini kurtarma adına bu yalana kendileri de inanmış gözüktüler. Gündemi değiştirmek uğruna Doğan'ı aslanların önüne attılar. O gün, Sidney'de bulunan, bu satırların yazarı dışandaki Türk spor medyasının tüm temsilcileri de, maden bulmuş gibi bu çirkin senaryoya balıklama atladılar ve Kahramanmaraş'ın kahraman evladı, Dünya ve Avrupa Şampiyonu güreşçimiz Harun Doğan bir anda "vatan haini" olup çıktı. Ne acıdır ki, böyle bir ortamda, en yakınları; hocası, takım arkadaşları ve kafiledekiler de Harun'a sahip çıkamadı. İşbaşındakiler, idam sehpasına çıkardıkları Harun'a savunma hakkını bile vermemişlerdi! O gün, "Asın Harun'u ama bir kere dinleyin!" diye yazan tek kişiydim. Bu yazıya destek veren ve Harun'un söyleyemedilerini kulislerde söyleyen tek kişi de Dünya ve Olimpiyat Şampiyonumuz, rekortmen haltercimiz Halil Mutlu'ydu. Bu şampiyon, benim yanımda Fikret Ünlü'ye "Sayın bakanım... Üretici firma mayoları bize zamanında veremedi. Ben de olimpiyatlarda idman mayomyla podyuma çıktım. Harun'un burada ne bir kusuru ne de art niyeti var!" dedi ama dinleyen olmadı. Kamu vicdanında, ideal forma sporcuya zamanında verilemediği için cezaların en ağırına çarptırılan Harun Doğan'ın masumiyeti geç de olsa anlaşıldı, tekrar minderlere döndü. Ama, iki yıllık süreçte bir şampiyon moral ve fizik olarak bitirildi. Bu ülke de madalyalardan oldu. Yönetim kusurunun cezasını, masum bir sporcu ve koca ülke ödedi! Benzer bir örnek, Olimpiyat Stadı'nda açık ara birinci geldiği yarıştan sonra Süreyya Ayhan'ın başına geldi. Genç bir gazetecinin dikkatini çektiği bu olayda, "Yarışırken göğsünüzde ay-yıldız neden yoktu?" sorusuna Süreyya, manidar bir cevap verdi. "Siz, benim o kulvara hangi şartlarda çıktığımı biliyor musunuz? Üretici firma, mayoyu yetiştiremedi. O yüzden ben de idman mayomla yarışa çıktım. Ay-yıldız da yapıştırdım ama yarış sırasında düşmüş. Bayrağını göndere çektirmek için her türlü fedakârlığa katlanan bir sporcunun ay-yıldızı takmamak gibi bir kastı olabilir mi? Kaldı ki biz, ay-yıldızı gönlümüze kazıdık!" Bu üç örnek, sanatta, siyasette ve ekonomide olduğu gibi sporda da yönetimin önemini ortaya çıkarıyor. Harun Doğan olayının üzerinden tam 3 yıl geçtiği halde bir başka şampiyonumuz, Süreyya Ayhan bugün hâlâ benzer sıkıntıları yaşıyorsa, bunun sorumlusu sizce sporcu mudur yoksa yöneticiler mi? Karar sizin, sevgili okuyucular... Bir tarafta, Haluk Ulusoy ve futbol örneği... Diğer tarafta Süreyya Ayhan ile Harun Doğan örneği... Unutmayın... Her üçü de bu ülkenin çocukları.