hcicek@tg.com.tr Tam onbeş yıldır göremediği kardeşinden bir telefon almıştı Esat bey... "Abi!..." diyordu, telefondaki ses... "Yeğeninin düğünü var. Yengemi al gel de hiç değilse bu vesileyle görüşelim!" Esat bey, "Hayır" diyemedi kardeşine, "Söz, geleceğim!" Evinin tapusu, arabanın ruhsatı ve kredi kartlarının fotokopi bilgileriyle, eşine ait belgeleri birleştirip, vize için konsolosluğa müracaat etti. Ama, başvurusu reddedildi. Esat bey, bu duruma pek sinirlendi. "Bakın", dedi vize memuruna, "Ben bu saçları değirmende ağırtmadım. Ellibeş yaşındayım ve bu yaştan sonra bu cennet vatanı terk edip de, Hans'a çırak duracak değilim! Yeğenimin düğünü için Almanya'ya gitmek istiyoruz. Yoksa eşiğinize bile ayak basmayız!" Çırpınışlar kâr etmedi, "Kardeşiniz davetiye göndersin!" dendi. Esat bey Boşnak'tı.. Biraz da inatçıydı... Vize memurunun yüzüne bakarken, tarihin derinliklerine daldı gitti, "Ey, koca Osmanlı!" dedi, "Balkanlar'a, Ortadoğu'ya, Avrupa'ya medeniyeti, adaleti, merhameti ve hoşgörüsüyle hükmeden Osmanlı, bize lâyık görülen şu muameleyi hak ediyor muyuz?" İş yerine döner dönmez telefona sarıldı, Avrupa'da ne kadar yakını varsa, hepsinden davetiye mektubu istedi. Yunanistan, Makedonya, Saraybosna, Almanya, Fransa ve Hollanda'dan mektuplar geldi. Büyük bir keyifle, vize memurunun karşısına dikildi Esat bey, "Buyrun" dedi, "Siz bir tane istiyordunuz, ben bir dolu getirdim!" Fakat, vizeyi yine koparamadı... Artık sinirden köpürüyordu. Evrakları topladığı gibi apar topar konsolosluktan çıkarken, turizmci bir arkadaşına rastladı. Meseleyi ona da anlattı. Arkadaşı, "Bunda öfkelenecek ne var, prosedür" dedi ve bastı kahkahayı... "Yarın... Senin ve yengenin emeklilik belgeleriyle sağlık sigortalarını al, gel, halledelim işini." Esat bey hüzünlü bir halde zoraki gülümsedi. Ama bu gülümseme kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu sırada dostuna teşekkür etmediğini hatırladı. Ona teşekkür ederken "Yarın nerede buluşacağız?" diye sordu. Ertesi sabah arkadaşı, "Şurayı imzala Esat" dedi... Şöyle bir vize formuna baktı, "seyahat gerekçesi" bölümünde, ".... futbol maçını takip" yazıyordu. Esat bey, birden sinirlendi. "Yahu!" dedi, "Kâmil, hadi ben arada bir maça gidiyorum, ama yengen hayatında hiç maça gitmedi ki... Ya, bir kural veya futbolcu ismi sorarlarsa ne der kadın, vallahi rezil olur!" Kâmil yine o bilinen kahkahasını patlattı... "Yahu prosedür bu! Sen orasına karışma!" Üç gün sonra konsolosluğa çağırıldı. Vize memuru, daha önceki sorulardan hiç birini sormadığı gibi suratına bile bakmadan, "İngiltere'yi de yenecek misiniz?" diye sordu. Esat bey bu soruyu bekliyormuşcasına gürledi, "Sadece İngiltere'yi mi? Tüm Avrupa'yı geçeceğiz! Bizdeki Rüştü gibi bir kaleci, Okan, Emre, Yıldıray, Hakan ve Nihat gibi oyuncular hangi takımda var? Yeneceğiz elbette, Avrupa şampiyonu olacağız. Herkesten çok buna bizim ihtiyacımız var!" "Tamam", dedi vize memuru... "Size bol şanslar, buyrun pasaportunuzu!... Ama fazla bağırmayın, sonra ses telleriniz zarar görebilir!" Dünyanın yükü omuzlarından alınmış gibi rahat hissediyordu Esat bey kendini... "Oh be!" dedi, hemen cep telefonundan Almanya'yı, kardeşini aradı... Başından geçenleri anlatırken, "Bak birader" dedi, "Ne bizim iş, ne cemiyet adamlığımız, ne bankadaki paralarımız, ne de sizin davetiyeler problemi çözebildi. Ama şu futbol yok mu? Dağ gibi meseleyi bir pamuk yığınına döndürdü. Bir ayda halledemediğim vize üç günde çözülüverdi. Şu; AB meselesini de siyasilerin elinden alıp, sporculara mı versek acaba?" ...Ve, Almanya'da bir düğün yapıldı... Türk damat ile Alman gelin, mutlu bir şekilde dünya evine girdiler... Türk ailelerle, Alman aileler, düğünde sarmaş dolaş oldular. ..Ve, Esat bey, bu tablo karşısında bir kere daha donup kaldı!... Donmakla kalmadı, söylendi durdu; "Ah siyasiler... Ahh! Şu tabloyu neden görmezsiniz?"