Ne güzel!.. Bugün güne mutlu bir haberle başlıyorum... "Beşiktaş'ın asbaşkanları Yıldırım Demirören ile Kıvanç Oktay istifadan vazgeçti!" *** Diyeceksiniz ki, "Siz, Beşiktaşlı mısınız ki mutlu oluyorsunuz. Bırakın bu habere Beşiktaşlılar sevinsin!" Hayır, böyle düşünemem... Demirören ve Oktay'ın yanlışlarını fark edip dönmüş olmalarına Beşiktaşlılar gibi ben de sevirim... Çünkü, ülke sporunun güçlenip kalkınmasına hizmet eden her müsbet kişi ve kurumun bir şekilde ortadan çekilip kaybolmalarının, Türkiye'den çok yabancıların ekmeğine yağ süreceğine inanırım. Bence, Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligi'nde Lazio'ya kaybetmesinde, bu istifa gerginliğinin rolü büyüktür. Demirören ve Oktay için bunu söylerken, Levent Erdoğan için aynı şeyi söyleyemiyorum. Neden biliyor musunuz? Levent bey, yaşının verdiği olgunluğa ve bir hukuk adamına yakışan tavrı sergileyememiştir. Toz bulutunun ardından galeyana gelip, Elizabeth Fırtınası tesiri bırakacak açıklamalarla Beşiktaş'ı da Beşiktaşlılar'ı da yaralamıştır. Kısacası, benim de sevip, saydığım Levent Erdoğan bey ne yazık ki, "Erdemli yönetici" imajını zedelemiştir. Yazık! *** Bir başka istifa haberi de 12 Dev Adam'ın kurmaylarından geldi... Ben basketbol uzmanı değilim... Ama "Aydın Örs" dendi mi, nedense hafızamda hep parlak sonuçlar var... Efes'in üst üste kazandığı lig şampiyonlukları... Türkiye ve Cumhurbaşkanlığı Kupaları... Koraç Kupası ve Avrupa'da heyecan veren bir çok sonuç... "Bir hayal kırıklığı" ile tüm bu başarılar yerle bir mi olmalı? Düşünüyorum da, Örs ve ekibinin istifalarını bir türlü aklım havsalam almıyor. Bence istifa çözüm değil... Başarısızlığın sağlıklı bir ortamda doğru düzgün analiz edilmesi, değerlendirilip sonuçlandırılması ve bir daha aynı hatalara düşülmemesi için yeni bir plan - program yapılması gerekir... Ama bakıyorum, bizim medya bunları tartışacağı yerde istifalarla zamanı ziyan ediyor! *** Efendim özetlersek, ülke sporumuza ivme kazandıracak en küçük bir hareket; beni mutlu kılıyor. Umuyorum ki, bu hal; sizi ve kısacası hepimizi de mutlu kılsın... Basit ve sıradan fanatizme dayalı kör tarafgirlikle, ufkumuz daralmasın... Hedeflerimiz zayii olmasın... Başkaları dünyaları kazanırken biz içine kurt düşmüş yaşlı bir çınar gibi birbirimizi yiyip tüketmeyelim. Bilmem anlaşılabildi mi Demirören ve Oktay'ın dönüşünden duyduğumuz mutluluğun sebebi... Bilmem anlatabildim mi, 12 Dev Adam'ın yaşattığı hüsrana rağmen Örs ve ekibinin kararını yeniden gözden geçirme isteğimizin sebebini? Geçelim... *** Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım! *** 21 Eylül 2003 Pazar... Saat 16.00... Herkesin iple çektiği bir an; G.Saray - F.Bahçe derbisi! *** Doğrusunu isterseniz... Bu maç, bana çok da heyecan vermiyor!.. Neden, anlatayım... Bu maçın, iki güzide takımımız arasında, bundan önce oynanan müsabakalardan farkı ne? Bu maçla, Süper Lig sona mı erecek? G.Saray ya da F.Bahçe'den biri şampiyon mu olacak, kupa mı kazanacak? Veya bu maçı kazanana Futbol Federasyonu ekstradan bir puan mı verecek? Hayır, her lig maçı gibi bir maç bu da... Ama bizim medyaya bakarsanız... Şampiyon, o gece "Atatürk Olimpiyat Stadı'nda belli olacak!" Beyler, yok öyle bir şey... Kendimizi kandırmayalım, rekabet uğruna bu ülkenin iki büyük kulübünün enerjisini boşu boşuna sarf ettirmeyelim... *** Rekabet mutlak güzel bir şey... Ama bu güzelliği mânâlı kılan şey, zafere giden yolları görebilmek ve sonunda elde edilecek başarıdır. Eğer G.Saray ve F.Bahçe aralarındaki tarihi rekabetten böyle bir sonuç çıkarıyor, yarışlarını Avrupa'ya taşıyabiliyor ve ülkemize gurur duyulacak kalıcı başarılar getiriyorlarsa alkışı hak ediyorlardır. Bunun dışında kalan şey, zaman - enerji kaybı ve züğürt tesellisinden başka bir şey değildir. Bilmem anlatabiliyor muyum...