Bu ülkede Spor Bakanı var mı?” diye soruyorlar. “Sahi var mı?” diye sormayacağım. Biliyorum, var çünkü!
Peki, ne iş yapar; sayın Spor Bakanı!
Sporu evrensel ölçülerde yönetecek “Spor Politikası”nı belirler değil mi?
Peki, soruyorum size; sistemi; plânlamayı, projeleri, programları, personeli, performansı, organizasyonları, oyunları, sonuçları Spor Bakanı tek başına mı yapar?
Hayır!
Federasyonlar, kulüpler, yönetimler, teknik adamlar, hakemler, sporcular, spor hukukçuları, spor ekonomistleri, seyirci ve spor medyasının bu çorbada tuzu olmaz mı?
Bitmedi; sporun STK’ları, BESYÖ’ler, seçilmiş ve atanmış mülki amirler; dahası sporu en geniş tanımıyla özümsemiş olan TMOK yönetimi ve üyeleri ne yapar?
Sadece seyirci midir spora yoksa? İyi günde alkış tutup, kötü günde “kış kış” mıdır işleri!
Maalesef!
Bizde amaç üzüm yemek değil, “Bakan”ı dövmek!
Maalesef şimdilerde önemli spor adamları bir terane tutturdular:
“Özerklik elden gidiyor!”
Yapmayın beyler!
Özerkliğin elden gittiği filan yok, işin özü sporda özerkliği anlayan ve hakkını veren yok!
Soruyorum; bizdeki spor yapılanması “özel” mi, “özerk” mi?
Buyurun tartışın ama yeni değil “özerklik” tartışması ta 1986’lara; Türkiye Futbol Federasyonu’nun o günkü adıyla Beden Terbiyesi Teşkilatı’nın bünyesinden ayrılıp, bağımsız hareket etme fikrinin doğduğu günlere dayanır.
Sporun gücünü ilk fark eden ve evrensel ölçütlerde yapılanma hareketini başlatan dönemin Başbakanı Rahmetli Turgut Özal, nur içinde yatsın.
Statükoya karşı o gün verilen mücadeleleri bilen bilmeyen herkes Doğu-Batı; liberalizm-komünizm örneklemeleri yaparak, özerkliği tartışıyorlar hatta tartışmaktan da öte “Özerklik Yasası”nı kaldırmaktan söz ediyorlar.
Gülüyorum hepsine “Özerklik nerede ki, kaldırıyorsunuz?”
Söyleyin, sizin özerklikten anladığınız ne?
Hayır, durun anlatayım.
Bizde özerklik; “Kılıfına uydurmaktır.”
Bizde özerklik; “Mali bütçe serbestliğidir.”
Bizde özerklik; “İşimize geldiği gibi hareket etmektir.”
Basit bir örnekle açıklayalım.
Malumunuz, Galatasaray 2000’de UEFA Kupası’nı kazandığında Kopenhag’da Arsenal ile oynadığı final maçı için kendisine tahsis edilmiş olan biletleri, sözüm ona ‘bağış’ karşılığı sattı.
Özerkiz ya!
UEFA, Galatasaray’ın bu tutumunu kurallara aykırı buldu ve UEFA Disiplin Talimatı’nın 16. Maddesi’ne göre kulübe çok ağır para cezası verdi. Galatasaraylı hukukçular seferber oldu. Dosya, UEFA Tahkimi’ne gitti, sonuç değişmedi. Kulüp, saygınlık açısından ağır darbe olan bu durumu düzeltmek için Avrupa’nın en saygın hukuk şirketlerinden Dupont ile anlaştı, CAS’a gidildi.
Hatta, dava İsviçre Usul Hukuku’na göre görüleceği için “güçlü görünmek” adına Prof. Kısmet Erkiner ve Doç. Dr. Celal Erkut’un yanına iki de İsviçreli Hukukçu dahil edildi.
İsviçreli Hukukçular, davada tek kelime etmediler.
Galatasaray’ı savunan Erkiner bu satırların yazarına ne dese beğenirsiniz: “Prestiji kurtardık ama spor hukuku konusunda ne kadar cahil olduğumuzu öğrendik.”
Bu onlarca örnekten sadece biri.
Diyeceğim şu, o davadan sonra Erkiner, Galatasaray’daki görevinden ayrıldı, Spor Hukuku’nu bu ülkede tesis etmek için ömrünün son anına kadar gönüllü gibi çalıştı. Onlarca seminer düzenledi. Hukukçu olmadığım halde ben de o eğitim çalışmalarına katılan birkaç spor yazarından biriydim.
Bugün Kısmet Erkiner yok, Spor Hukuku’ndan söz eden de yok. Niye?
Bizde işler; “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var” tarzında yürüdüğü için sistem yerine yap-bozlar ve şahıslara endeskli olduğu için.
Soruyorum size; özerlik mi önemli yoksa olimpiyatlar mı?
Bizim medya; işin makyajıyla ilgileniyor.
Oysa; bu ülke; sporun gücünü değerlendirmek bir yana hâlâ fark edebilmiş değil.
Özellikle de; 2020 Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapma girişimi sonuçsuz kaldıktan sonra ne acıdır ki; ülke sporu “Ört ki ölem” anlayışına terk edilmiştir. Kış uykusuna yatmıştır, uyanacağı da yoktur.
Yazık!
Bazı federasyon başkanları “Nerede kurumların devamlılığı?” diye soracaklarına anlayıp, uygulayamadıkları “Özerkliği”, bir tür dokunulmazlık zannedip, “elden gidiyor!” diye feryat ediyorlar.
Kel başa şimşir tarak!