Little man!

A -
A +

Hemen belirteyim, yazılarıyla Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi'nin "Fair - Play Şeref Mektubu"yla ödüllendirilen bir spor yazarı olarak, FIFA Başkanı Sepp Blatter'in Zürih'teki yaptığı açıklamalara bir anlam veremedim. Şimdi size Sepp Blatter'i anlatayım!.. Onu futbol dünyası "Little man" yani "küçük adam" diye tanır. Dünya bu küçük adamı ilk FIFA seçimleri sırasında tanımıştı. Sessiz ve sinsi tavrıyla adım adım yükseldi FIFA, önce genel sekreter sonra başkan olarak.... İlginçtir... Bu küçük adam, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne futbol ambargosu uygulanması gündeme geldiğinde bu uygulamayı amansız bir şekilde savunmuştu. Neden bilemem? Ama mazereti şu idi: "Birleşmiş Milletler KKTC'yi tanımadan biz bu ülkede futbol oynanmasına ve bu ülke ile futbol ilişkisi kurulmasına izin veremeyiz!" İlginçtir... Bu ve benzeri görüşe tam 17 yıl FIFA'da yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan ne Necdet Çobanlı gıkını çıkardı, ne de UEFA Asbaşkanı ve FIFA İcra Kurulu Üyesi Şenes Erzik... İkisi de "Prosedür neyse o olur!" dediler... Çünkü onlar; seçildikleri andan itibaren Türkiye'nin ve Türkler'in değil dünya futbolunun hizmetinde olduklarının şuurundaydı. O sebeple, Türkiye'nin 2008 ve 2012 Avrupa Şampiyonası'na ev sahipliği yapma şansını kaybetmesine de "politik bir karar" demenin ötesinde bir kanaat bildirmediler. Bu ülke de onlardan bu gibi konularda en küçük bir yardım istemedi... Fakat şu işe bakın!.. İsviçreli olmanın gururunu şu günlerde pek fazla yaşayan FIFA Başkanı Sepp Blatter, "Hakem" yani "tarafsız" olması gereken bir pozisyonda ülkesinin avukatı ve savcı gibi ortaya çıktı... Yetmedi, Zürih'teki toplantıda birden hakim rolüne büründü, hakem, gözlemci ve temsilci raporlarını beklemeden kendine göre Türk futboluna cezalar kesmeye başladı!.. İnsaf!.. Futbolda "Irkçılık yapmayın!.." diyen o kafa ile bu davranış ne kadar tutarlı? "Fair - Play nutukları" atan o kafa ile "little man" diye bilinen Blatter'in Zürih'te ülkesini "sütten çıkmış ak kaşık" gibi gösterme yarışı ne kadar adaletli? Söyler misiniz bana dünya futbolu var oldu olalı böyle aceleci, fanatik ve ırkçı bir davranış sergileyen FIFA Başkanı görmüş müdür? Sanmıyorum!... ------ Kazanmak! Fatih Terim'e bir sorum var, "Kazanmak" nedir? Bir soru daha? "İsviçre'deki çirkinliği ve gerginliği İstanbul'a taşımak futbolumuza ne kazandırdı?" ------ Milli Takım hocalığı Adı üstünde "Milli" olan her düşünce, her olay, her organizasyon ve sistem mutlaka uluslar arası bir liyakat, tecrübe, vizyon, olgunluk, yüksek ahlâk ve seciye ister... "Milli Takım Teknik Direktörlüğü" de öyle... Buraya seçilecek şahsiyet her bakımdan bunu hak etmiş, örnek bir kişiliğe sahip olmalıdır; en ufak defosu, en küçük saplantısı olmamalıdır. Maalesef!.. Türkiye Futbol Federasyonu, bu konuda bir tercih yanlışı yapmıştır. Şimdi bu ülke, federasyonun o, "Saman alevi gibi parlayan" Ersun Yanal parıltısına kapılmış olmanın bedelini 2006 Dünya Kupası finallerinin dışında kalarak ödemektedir. Yazık!.. Şöyle bir düşünün; Trabzon'da 1-1 berabere kaldığımız Gürcistan maçından sonra Yanal'ın o bildiğimiz Hakan Şükür takıntısı olmasa acaba bu iş bu noktaya gelir miydi? Hayır!.. Ahh!... Bu yanlış elbetteki Ersun hocanın kusuru da değil... O, iyi bir çıkış yakalayan ve dünyayı toz pembe gören genç bir teknik adamdı. Kendine göre inandığı doğrularla yol almaya çalıştı... "Rafine etmek" ya da "sorunlar karşısında çözüm üretmek" gibi bir tecrübeye sahip değildi. Bu yüzden arı kovanına elini sokmaktan çekinmedi... Sonuçta hem kendini yaktı, hem Hakan Şükür'ü yaraladı hem de Milli Takım'ı havasını bozup, umutsuzluğa itti... Sonrası malum!... İç karartan tablo... Nahoş olaylar ve FIFA nezdinde "sabıka dosyası" kabaran bir ülke; Türkiye!... Yazık değil mi, bu ülkeye!...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.