Pauleta, Rooney ve Hakan!.

A -
A +

Futbol mu acımasız yoksa ben mi çok duygusalım, bilemiyorum... Ama bildiğim bir şey var... O da şu; 2002 Dünya Kupası'nda A Milli Takımımız'ın gelmiş geçmiş en büyük golcüsü Hakan Şükür'e bu ülkede ne kadar acımasızca yüklenildiği... İnancından yaşayışına, takım içindeki rolünden futbolculuğuna her yönüyle didik didik edilişi. Hâlâ ruhum sıkılıyor, o insafsız eleştirileri hatırladıkça. Diyeceksiniz ki, o halde neden hatırlatıp duruyorsun? Doğru aradan 4 yıl geçmiş... Ama o kafalar hâlâ Hakan'la ilgili kanaatlerini değiştirmiş değiller. Hâlâ, mümkün olsa bu büyük golcüye yağmurlu havada bir bardak suyu vermeyecek kadar kin dolular. Niçin bu kin, anlamak mümkün değil! Maalesef... Hakan antipatisine tutulmuş olanların zaman içinde değişmeyen tek arzusu şu: "Hakan Şükür, G.Saray'dan, Milli Takım'dan gitsin de yerine kim gelirse gelsin!" El insaf beyler!.. Bakın İsyanya'ya... Bakın Portekiz'e... Bakın İtalya'ya... Bakın İngiltere'ye... Onlar değerlerine böyle mi, yaklaşıyorlar!.. Bakın bakalım, Portekizliler Pauleta'ya, İtalyanlar Totti'ye, İngilizler Rooney'e bizim Hakan'a yaptığımızı mı yapmışlar? Dilerseniz şu Rooney'in üzerinde biraz duralım... Hani, yeteneği, gücü tartışılmaz olan Rooney... Geleceğin Gascoigne'i olarak görülen Rooney... Saha içinde mükemmel olan ama saha dışında tam bir felaket olan Rooney... Bahisçi, gece hayatına düşkün ve neredeyse alkolik denecek kadar içki içen Rooney. Evet İngilizler o Rooney'i tartışmadılar, kabul ve başlarına taç ettiler, 2006 Dünya Kupası'ndaki en büyük umutlarıydı Rooney. Peki ne yaptı Rooney, sakatlandı. Turnuvada ilk maçlarda forma giyemedi. Kendine gelip, oynadığında da İngiltere'ye hiçbir şey veremedi. ..ve İngiltere, Rooney'le birlikte umutları tüketip kös kös evine döndü. Fakat, İngiltere Milli Takımı Teknik Direktörü Sven-Goran Erickson olabilecek eleştirilerin önünü daha başından kesmek için Rooney'e sahip çıktı... İngiliz halkına dedi ki: "Sakın Rooney'i öldürmeyin... O, İngiltere'ye çok lazım olacak!" Pekii... Ersun Yanal'dan vazgeçtim... Fatih Terim ve Şenol Güneş, Hakan'a yüklenenlere böyle seslenebildi mi? Bu saygıdeğer hocalarımız, hâlâ alternatifi bulunmayan Hakan'ı ellerinden gelse bir kaşık suda boğmak isteyenlere, "Durun!.. Ne yapıyorsunuz? Hakan bize 2008 için de lazım!.." diyebildi mi? Hayır!.. Neden? Çünkü, Hakan, Milli Takım'a çağrılırsa, direkt oynamak ister de, sıkıntı yaşarız, yedekte oturmaz, diye!.. Geçin, efendim... Şu, Dünya Kupası'na bir bakın... Brezilya'yı 2002'de Dünya Şampiyonu yapan Scolari'ye bakın... Portekiz'i finale koşturma başarısının altında yatan sır nedir biliyor musunuz? Yaşlısı ve genciyle Portekiz'i bir bütün yapmış olmasıdır!.. Unutmayalım, başarı istikrardan gelir... Başarının yolu sevgi ve saygıdan geçer! > Kaçan Ribery G.Saray bir balık yakalamıştı önceki yıllarda... Adı Franck Ribery'di. Futbol zekası, sürat, çabukluk, kıvraklık, çalım ve oyuna hakimiyet... Kısaca, tam bir dünya yıldızı ama henüz keşfedilmemiş bir yıldız. Fakat, tutamadı o yıldızı G.Saray elinde... Pintiliği yüzünden mi desem, yoksa yönetim yanlışları yüzünden mi, bilmem o balığı kaçırdı elinden... Bir de ne görelim... Marmara açıklarında kaybolan balık Dünya Kupası okyanusunda orkinos büyüklüğünde karşımıza çıkmaz mı? Hem de, turnuvanın başında kör topal yürüyen Fransa Milli Takımı'nı Zidane ustasıyla birlikte sırtlamış olarak!.. İspanya maçında başrole soyunmuş olarak... Brezilya maçında daha bir öne çıkarak!.. Arsenal, Chelsea, Lyon peşindeymiş!.. Helal be Ribery... Ne mi ederi, tam tamına 20 milyon euroymuş!.. Eee... Ne demişler? Kaçan balık büyük olur! > Haydi gençler Genç Milli Takımı Avrupa şampiyonu yapmıştı... O takımın bir özelliği vardı... Sistemli oynuyorlardı... Yerden, ayağa garanti paslar yapıyonlardı... Çok koşuyor, tempo yükseltiyor, çalışkanlık ve takım disiplininden zerre taviz vermiyorlardı. O takımı hocaları Abdullah Avcı bu konuma getirmişti... O takımda genç yıldızlar vardı... O yıldızlarla Abdullah Hoca, et ve kemik gibi olmuştu. Ne oldu bilmem, aslında bilirim de bilmem... Abdullah Hocaya bir formül bulundu, "Sen genç takım hocasısın, geç 16 yaş grubunun başına!" dendi. Kibarca "güle güle!" Ağırbaşlı, nazik ve kibar biri Abdullah Avcı... "Gitmem!.. Yapmayın!.. Zaten 16 yaş grubuyla da ben ilgileniyorum" diyemedi. "Peki" dedi, "O zaman müsaade edin, ben kendimi daha da geliştireceğim bir kulüp takımına gideyim!" ..ve gitti!... Birbirlerini çok iyi tanıyan birbirlerine çok iyi alışmış, takım ile çok sevdikleri hocaları koptular... Sonuç mu? Merakla bekliyorum... Acaba gelen gideni aratacak mı? Acaba gelen, gidenin koyduğu çıtayı daha da yükseltip, Türk futboluna o şampiyon gençler arasından bir Luis Valencia (Ekvador) gibi orta saha oyuncusu, Portekiz'in genç yıldızı Cristiano Ronaldo ya da Arjantin'in Maradona'sı diye gösterilen Lionel Messi gibi yıldızları armağan edebilecek mi? Evet bekliyorum...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.