Ne mutlu ki, spor yazarıyım!.. Ne mutlu ki, sporun bir sistem, program, organizasyon ve rekorların gelişim unsuru olma yanında "dostluk" gibi bir özelliğini de bilenler arasındayım. Sporu yönetenler içinde, gölgesiyle kavga eden ve -bırakın insanlarla tanışıp görüşmeyi- aynı ortamı paylaştığı kişilere bir "merhaba" dahi deme cesaretini kendine göremeyen birkaç kulüp yöneticimiz olsa da, sporun onlar için de bir olgunlaşma vasıtası olduğunun farkındayım. Ne mutlu ki, Türkiye gazetesi gibi geleneklerine bağlı, sansasyondan uzak, sağduyulu ve daima güzellikleri paylaşmayı temel ilke edinmiş bir gazetedeyim. O yüzden, ümit yüklüyüm, karamsar değilim. O yüzden, kin ve nefret yok benim sözlüğümde... Şimdi niçin anlatıyorum, bunları? Türk sporu son birkaç yılda inanılmaz mesafe kaydettiği halde bazı kafaların hâlâ değişmediğini vurgulamak için, elbette. Rahmetli Turgut Özal'ın ilk başbakanlık dönemlerinde atılan tohumlar sayesinde Türk sporu bugün sadece fikri anlamda değil, tesisleşme hamlesi ya da performans şeklinde de değil, özellikle spor kültürü sahasında hayal bile edilmeyecek bir vizyona ulaştı. Fakat!.. Biraz önce bahsettiği o kafalar hâlâ bunun farkında değil! Tın tın!.. İletişimden, spor kültüründen bihaberler! Maalesef, 100 milyon dolarlar harcayarak kurdukları Babil Bahçeleri'ni andıran güzellikler içinde kabuslar görmekteler. O yüzden gölgelerine hapsettikleri küçücük dünyalarında "benlik" duygusu içinde kibir, afra ve tafralarıyla kalabalık içinde yalnızları yaşıyorlar. Yazık!.. "Kim bu şahsiyet?" diye sormayın, o kafanın kim olduğunu cümle alem biliyor. Ama cümle alem bir şeyi daha biliyor. Kapıları kapamayı, insanlara arkalarını dönmeyi marifet sayanların, spor yazarını "gel" deyince gelecek, "git" deyince gidecek uşak gibi görenlerin, sporcusuna orta çağ karanlığında alınıp satılan köle gibi davrananların, başarılı olmak gibi bir hakkı yok! 100 milyonlarca dolar harcasalar da yok. Nitekim o paranın beşte biri bütçe ile kurulan doğru ekipler önünde diz çöker, teslim olurlar! Yazık onlara!.. Ve bir yazık da, son 20 yılda büyük mesafe kaydetmiş olan Türk sporunun hâlâ kendini bu tip adamlardan kurtaramamasına! ------ > Tanjeviç ve 12 Genç Adam Yarın, 12 Cesur Yürek'i bir büyük mücadele daha bekliyor. Elbette gönlümüz, şu an bir önceki derecesinin üstüne çıkan Basketbol Milli Takımımız'ın çok daha iyi bir derece yapmasından yana. Ancak!.. Milli Takım Teknik Direktörümüz Tanjeviç ve onun forma verip, bu mücadele aşkını yerleştirdiği 12 Genç Adam yarın hangi sonucu alırlarsa alsınlar, şu unutulmamalı ki, bu ülke insanının kalbinde taht kurdular. Bununla da kalmadılar, dünün o isimsiz gençleri, ay-yıldızlı forma için kapris yapan ağabeylerine de unutulmayacak bir ders verdiler. Yaşasın 12 Genç Adam! Yaşasın Tanjeviç hoca! Yaşasın Türk sporu! ------ > Hasegiç ve Martinez! İki kaleci, ikisi de panter gibi; biri Hasagiç, G.Antep'in kalecisi, diğeri Martinez, Sakaryaspor'un kalesini koruyor. Allah nazardan korusun, ikisi de akıl almaz kurtarışlarla takımlarını sırtlıyor, kulübeyi rahatlatıyorlar. Hasegiç bu sezon daha başarılı, neden? Nedeni önemli, Hasagiç'in sırrı, İtalyan futbolunun efsane kalecisi, G.Antep'in yeni hocası Zenga'da saklı! Ne demişler, "Hamuru fırıncıya ver de yarısını yerse yarısını pişirir!" Fazla söze ne hacet!.. ------ > Anlayana... Osmanlı sultanları, kibre düşmemek için paralı adam tutar, kendilerine bağırtırlarmış: "Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!" Bilmem ki, kendilerini sultan gibi gören şimdiki bazı yöneticiler, acaba bu hatırlatmanın ne anlama geldiğini anlayabilirler mi? ------ > Okuyucuya verilen söz F.Bahçe maçı için Sakarya'dayız. Stadın yanındaki parkta genç bir okuyucu yolumu kesti, "Sizi tanıyorum... Türkiye gazetesindesiniz, değil mi?" diyerek, kendini tanıttı. - Adım, Necip Öztürk! Eee, yalan yok, pek sevindim onca gazeteci arasında tanınmış olmaktan dolayı. Fakat? Sonra ne oldu biliyor musunuz? "Keşke, beni tanımasaydı" dediğim bir imtihana dönüştü bu muhabbet. Okuyucu başladı sorguya: - İstanbul Park'taki yarışı izlediniz mi? -Ne alaka şimdi, ben futbolu takip ediyorum, diyemedim. Okuyucu meraklı, ısrarla soruyor: - Siz spor yazarısınız, bilirsiniz! Doğru ya, en iyi biz biliriz. "Bilmiyorum" demek meğer ne nimetmiş. - Bu Felipe Massa, saman alevi gibi parlayıp sönecek türden biri mi yoksa Alonso ile Schumacher'in papucunu dama atacak bir pilot mu? Laf aramızda, bir spor yazarı olarak, okuyucuya verecek cevap bulamadım kendimde. Ama bir itirafta bulundum; "İnanın, siz bizden daha iyi takip etmişsiniz." "Olmaz" dedi, genç okuyucu... "Siz, formulayı yazmalısınız. Bakın, Formula sayesinde bütün dünya İstanbul'u izledi, Türkiye'yi ve insanımızı tanıdı." Haklı, Necip Öztürk kardeş... Kendisine teşekkür edip, söz verdim. "Otomobil sporlarını bizim gazetede iyi takip eden arkadaşlar çok... Bilgehan Can, Turgay Sakarya, Fehim Kayacan Formula'nın profesörü gibiler. Ama sana söz veriyorum, ben de bu sporun önce kurallarını öğreneceğim. Sonra senin için birkaç da yarış takip edeceğim!" Kurtuluş yok, öğreneceğim.