Haber, ayrıntıda gizlidir ama ayrıntı bütünün kendisidir, diyebilir miyiz, hayır!.. Gazeteler, televizyonlar hatta radyodaki spor haberlerinin hepsi, İzmir'deki gazeteci tartaklama olayından sonra, Ümit Davala'ya kilitlenmiş durumda. Medyaya göre kolera mikrobu veya canavar gibi bir şey olup çıktı Ümit Davala!... İnsanlar, ya köşe buçak ondan kaçmaya başladı ya da yerden yere vurmak için fırsat kollamaya! İnsaf, beyler!.. Bu çocuk böyle bir çocuk değil. Vurun ama bir de kendi kendinizi sorgulayın!.. Ümit bir canavar olmuşsa, bu canavarın ortaya çıkmasında kimlerin parmağı vardır? Bu hırçınlıkta, ya da baskı altında tutulmasında, belki de tahrikinde, ya da temel bir hak olan "kişi mahremiyeti"nin hiçe sayılmasında medyanın kusuru var mı, yok mu? Var elbette var ama, bütün bunlar yine de Ümit'in kabalığını masum göstermez!.. Ancak, filmi tersine çevirelim... Eğer, Ümit, medya mensubu değil de, olayın olduğu lokantadaki her hangi bir vatandaşa aynı kabalığı yapmış olsa, durum bu kadar dallanır, budaklanır mıydı acaba? Hayır... Ümit, rüzgâra karşı tükürülmeyeceğini öğrenmiş olsa... Mesela, İsmet İnönü'nün mehşur, "Gazeteci ile dalaşmak ayı ile yatağa girmek gibi bir şeydir" sözünü bilebilse bir medya mensubuna asla el kaldırmazdı. Ama, o el kalktığına göre, bu olaydan dersler çıkarmak lâzım. Bu ve benzer durumların tekrarlanmaması için... Bir, medyanın görevlendirdiği kişileri, sorumluluk alanlarını, soru soruş tekniklerini ve biçimlerini yeniden gözden geçirmeli. İki, medya - teknik direktör, medya - futbolcu, medya hakem ve medya - yönetici ilişkileri yeniden masaya yatırılmalı. Çalışma ortamıya bir sevgi - saygı havası kazandırılmalı. Aksi takdirde, pireler deve olur... Pirelerin deve olduğu yerde de ne huzur kalır ne de başarı sağlanır. Ne yazık ki, futbola endeksli spor dünyamız, kafasını kuma gömen deve kuşundan farksız olunca, kulüplerin yöneticileri de "Varsa yoksa futbol..." anlayışıyla, futbol ve futbolcu dışındaki spor ve sporcuları asalak gibi algılamakta, kambur gibi görmekteler. Bu sakat zihniyetin öncüleri de üç büyük kulübümüz; Beşiktaş, F.Bahçe ve G.Saray!.. Onların salon sporlarından çekilme blöfü, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Erdoğan Toprak'ın özel çabalarıyla geçiştirildi. Ama, problem yerli yerinde duruyor. Çözüm, bütün federasyonların futboldaki gibi özerk yapıya kavuşmasında. Pekiyi, bu mümkün mü? Sporda ilk özerklik sözünün edildiği Vehbi Dinçerler'den bugüne bir çok spor bakanı geldi gitti, bu ülkede. Hepsi de, aynı amaç peşinde olduğunu söyledi. Ama hiç biri bu söylemin arkasında duramadı, Toprak'ın da durabileceğine inanmıyorum. Çünkü bunun için önünde en azından zaman yok. Olsa da engel çok! Sosyal devletin sağlık, eğitim ve spor hizmeti sunması gereğine inanan, hatta Güneydoğu'da yetişen gençlerimizin dünyasında 18 yıl terörün açtığı yaraları sporun sevgi dağarcığıyla saracağını savunan bakan Toprak'tan çok bu iş, federasyon başkanlarına düşüyor. Onlar, tıpkı Şenes Erzik gibi devleti, özerk yapıda bir spor politikası için zorlamalı.