Biri, "Ti"ye alıyor. Ama kim, kimi... Onu kestirmek mümkün değil! Beşiktaş'ın Trabzon mağlubiyetine, Türk sporunun en medyatik adamı Tigana'nın getirdiği yorum şu: "Ersen Martin'e yenildik!" Pardon!.. Bu yorum, tempo koyan, cesaretle hücum eden Trabzonspor takımına, "Hayırsız evlat" misali sürekli Beşiktaş'ın tozunu atan Ziya Doğan'ın teknik dehalığına ve Umut'un golcülüğüne haksızlık olmuyor mu? Ne demek, "Ersen Martin'e kaybettik!" Mösyö Tigana? Ersen topu topu 45 dakika oynadı mı o maçta? Üstelik, oyuna girdiği an, Beşiktaş, 2-0 önde değil miydi? Yorumunuz, doğru ise, sizin gibi tecrübeli bir teknik adam, Ersen'i nasıl fark edemedi, ettiyse neden tedbir alamadı? Hayır Tigana, mesele bu değil. Mesele, Beşiktaş'ın onca yatırıma ve fedakârlığa rağmen sizin yönetiminizde neden bir türlü dengeli takım olamadığı? Bu noktada "Hata sizde mi, yönetimde mi, yoksa takımda mı?" diye soracağım ama sormuyorum. Çünkü konuşmalarınızda, inandırıcı, zengin gerçeklerle dolu tek bir öge yok. Teknik adam bilginiz ve gündem saptırmaya yönelik eleştirici zekânız harika olsa bile kişileri tanıma ve yargıya bağlayabilme sezginiz, spor adamının sevgisi ve insan kişiliğinin düğümlerini çözmeye yetecek kadar zengin değil. Eğer zengin olsaydı, 2-0'dan Trabzon'da 2-3 mağlubiyete düşer miydi Beşiktaş? Bu noktada bir sorum var Beşiktaş Başkanı Sayın Yıldırım Demirören'e... Sayın başkan... Söyler misiniz, teknik adamlığında olağanüstü yanlar varmış gibi gösteren ancak sürekli kendisi ve çevreleriyle çatışan birinden olağanüstü başarılar kazandırmasını beklemek, hayalcilikten başka ne işe yarar? >>Rekabet böyle olmalı F.Bahçe, G.Saray ve Beşiktaş birbirlerinin tarihi rakipleri... Üç kulüp arasında yıllardır yaşanan inanılmaz bir rekabet var. İyi hoş da bu rekabetin kime, ne faydası var? Hazır, söz rekabetten açılmışken, maildeki bir hikayeyi paylaşayım sizlerle. Hikaye şu... "Almanya'da Herzogenerauch kasabasında yaşayan Adolph ve Rudolph Dassler adında iki kardeş, İkinci Dünya Savaşı öncesinde bir atelye açmışlar. Spor ayakkabısı yapıp satıyorlar. İş tutmuş, ayakkabılar peynir ekmek gibi gidiyor. Kardeşlerden Adolph'ın içine bir kurt duşmüş... Savaş sonrası Rudolph'a demiş ki, 'Artık, seninle çalışmak istemiyorum. Kendime ayrı bir imalathane açacağım.' Rudolph şaşırmış. Durumu toparlamak için, 'Aman kardeşim bu fikrinden vazgeç' demiş, "Ufacık kasabada iki ayrı imalethane olur mu? Ayrıca birbirimizle nasıl rekabet ederiz? İkimiz de batar, iflas ederiz. Vazgeç bu fikrinden' dese de ikna edememiş kardeşini.. Adolph, imalathanesini açmış. Kardeşler arasında inanılmaz bir rekabet başlamış. Ürün çeşitliliği, dizayn farklılaşması, kalite, fiyatlama, pazar araştırmaları vs... Her sahada birbirleriyle yarışmış kardeşler. Bu yarışta batması beklenen iki imalathane de büyümüş, ünleri doğdukları kasabanın sınırlarını aşıp, birer dünya markası oluvermiş. Ama kardeşlerin dargınlığı geçmemiş... Adolph 1978'de öldüğünde kardeşiyle 29 yıldır dargınmış. Buna rağmen, iki kardeş de firmalarının genel merkezini doğdukları Herzogenerauch kasabasının dışına taşımamışlar. Bu şekilde yatırımlarını burada tutarak hem doğdukları topraklara olan borçlarını ödemeye çalışmışlar, hem de birbirlerine olan gizli sevgilerini doğdukları kasabada yaşatmaya çalışmışlar. İşte bu kardeşlerin rekabetinden doğan iki dünya markasından birinin adı, Adolph Dassler'in ayakkabı şirketi ADIDAS, diğeri ise Rudolph'un PUMA'sı. Şimdi soruyorum: Türkiye'deki aynı pazarı paylaşan firmaların veya asırlık kulüplerin rekabetinden, bu ülke bir dünya markasını ne zaman çıkaracak? >> Bıçakcı'nın işi bunlar "Ne oldu Türk futboluna? F.Bahçe, G.Saray ve Beşiktaş hepsi de kaybediyor" diye soruyorlar. Efendim, bunu anlamayacak ne var? İki yıldan beri bas bas bağırıyoruz, "Türkiye değişiyor, gelişiyor, futbolumuz farklılaşıyor" diye. Pekii biz bunu kendimizden mi söylüyoruz, hayır. Hatırlayacaksınız, "Vizyon, misyon" hedeflemeleriyle Levent Bıçakçı, Federasyonu Başkanı olduğunda futbolumuzda, "büyükleri daha büyük yapmak yerine, büyümek isteyenlere fırsat sunmayı amaçlayan ve takımların havuzdan performansına göre pay almalarını düzenleyen" gibi esaslı reformlar yapmıştı. O günlerde bu proje çok gürültü kopardı, ama sonunda kabul edildi. Eh, o günden bugüne de her Anadolu takımı, büyüklere karşı kafa tutmaya başladı. Artık dengeler değişti, büyükler yenilmez olmaktan çıktı. Belki yakın gelecekte bu uygulama yeni bir şampiyon da çıkacak. Olay bundan ibaret... >> Yakıştıramadım Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!.. G.Saray'ın dağ gibi borcunun altına imza koyan Özhan Canaydın, gerçek bir spor adamı. Üstelik, bu satırın yazarına "Ruhumda centilmenlik var" diyecek kadar iddialı bir fair - play adamı. Ama şaşırtıcıdır!.. Böyle bir mümtaz sima, F.Bahçe'nin AZ Alkmaar'a elenişinden sonra bakın ne dedi: "Demek ki, UEFA Kupası'nı kazanmak kolay olmuyormuş. Demek ki, kupa tesadüfen kazanılmıyormuş!" Yapma centilmen (!) başkan!.. Bu üslup, ne sizin gibi bir spor adamına yakıştı ne de G.Saray'ı yüceltti. >> Keşke yanılsaydım Hem TGRT FM'deki İpekyolu, hem de SKYTürk'te İnteraktifspor programlarında Ümit Karan'ın Vestel Manisaspor'a 4 gol attığı maç sonrası, "Bu bir saman alevi" diye söylemiş ve gazetem TÜRKİYE'de de bu görüşümü "Bu görkemli çıkış gelip geçici değilse G.Saraylı golcü, takım savunması daha güçlü ekipler karşısında gösterir" diye yazmıştım. O günden bugüne G.Saray iki maç oynadı, dışarda G.Antepspor ve içerde Denizlispor ile. Fakat, V.Manisa maçında gol olup yağan Ümit Karan bu iki maçta da buhar oldu. Şimdi kim haklı çıktı dersiniz, keşke yanılan ben olsaydım da, Ümit'i hep beraber alkışlasaydık.