Fransa maçı sonrası spor medyamızda yoğunlaşan ortak görüş şuydu: "Galip sayılır, bu yolda mağlûp!" Etmeyin beyler!... Niye, galip sayılsın mağlup... Kendi kendimizi kandırmayalım böyle... Şimdi bize, "Çok iyi oynadınız ama kaybettiniz... Hiç değilse sizi Kamerun'la final oynatalım mı?" diyecekler. Hayır, o halde, bu yorum da neyin neyi? Geçelim... Efendim, geçelim!.. Kazanacak güç, oyun, taktik, teknik ve kadro elinde varken, kazanacaksın... Kazanamıyorsan, boş laflarla vakit öldürmeyeceksin. Bakın, en güzel şeyi Şenol Güneş söylemiş... "Finali kaybettik ama çok şey kazandık!" demiş. İşte gerçek bu... Türkiye, Konfederasyon Kupası'nda büyük tecrübe kazandı. 2002 Dünya Kupası'nda yaptığı çıkışın tesadüfi olmadığını gösterdi, başarılı performansındaki istikrarını gösterdi. Kadrosuna katmaya çalıştığı yeni oyuncularla bir doku uyuşmazlığı yaşamayacağını gördü. İlerisi için iyi bir iskelet oluşturdu... Ama, hâlâ Türk Milli Takımı henüz bir dünya markası olamadı... "Oldu", dersek kendimizi kandırmış oluruz. Türkiye, "Dünya markası olmak yolunda" o bir türlü içinden çıkamadığı çetin kabuğu kırdı ama henüz vizyona çıkacak değerleri üretemediği gibi büyük finalleri kazanacak kadroyu ve oyunu henüz sergileyemedi. İşte Fransa'ya bu yüzden kaybettik. Hem de çok iyi oynadığımız, çok iyi hücumlar yaptığımız ve pozisyonlar bulduğumuz bir oyun sonrasında kaybettik. Çünkü, kazanmayı bilen özellikli tecrübeyi henüz edinemedik. Savunma mekanizmamız tam gelişmedi. Ama kaybede kaybede onu aşacağız. İşte o zaman dünya markası olacağız! İşte o zaman Portekiz'e, başımız dik olarak ve göğsümüzü gere gere "Biz buraya kupayı almaya geldik" diye iddialı bir şekilde gideceğiz. İşte o zaman Almanya'nın, Fransa'nın, İspanya'nın, Danimarka'nın ve İngiltere'nin karşısına daha bir güven inançla dikileceğiz. ..Ve, Avrupa'yı sarsan Real Sociedad'ın Türk yıldızı Nihat Kahveci'nin yanına yeni yeni isimler katacağız. Barcelona'da Rüştü...Tuncay, Selçuk, Gökdeniz ve daha niceleri... Avrupa'nın yükselen değerleri olarak ülke futbolunu temsil edecekler. İşte o zaman "Biz şimdi Dünya markası olduk!" diyeceğim. Ama olmadan asla "olduk" demeyeceğim... Çünkü, bu sonunda bizi sükût-u hayâle uğratıyor.