hcicek@tg.com.tr Bir rüyam var... Yarım kalan bir rüya... Türkiye'ye hem itibar hem de milyarlarca dolar kazandıracak bir rüya... Yıllar önce yazmıştım... "Futbol sadece bir oyun değil" diye... Bu görkemli organizasyonun sosyal ve idari boyutuna işaret ederek ekonomik zenginliklerini şu formülle özetlemiştim: "5 futbolcu = Bir holding... 50 futbolcu = Bir tröst... 500 futbolcu = 1 Kartel." ..Ve bir teklif getirmiştim; "Gelin, yeşil alanlara beton yığınlar yerine spor tesislerinden oluşan bacasız fabrikalar kuralım. Hem gençlerimiz spor yapsın hem de ülkemiz, dünyada gurur duyulacak başarılar ve milyarlarca dolar döviz kazansın!" Bu rüyamın bir bölümü, A Milli Takımımız'ın Dünya Kupası'nda üçüncü olması, G.Sarayımız'ın UEFA ve Süper Kupa'yı kaldırmasıyla gerçekleşti... Ama, diğer bölümü bu ülke insanının azim, irade ve kararlılığına bakıyor... Hep diyoruz, 25 milyon gencimiz var. Ülkemizde en popüler ve en çok kaynak aktarılan spor dalı futbol. Spora ilgi duyan gençlerimiz, ileri ülke çocuklarından zekâ, teknik, taktik ve kabiliyet olarak hiç de geri değil. Geçmiş yıllardaki sonuçlar da bunu doğruluyor. Uluslararası yarışlarda Türkiye sporu, yıldızlar ve gençlerde başarılı. Ama ileri yaş kategolerinde aynı başarı yok. Bu başarı nasıl elde edilir? Köklü bir yapılanmayla... Bu anlamda çığırı rahmetli Turgut Özal açtı, Özerk Futbol Kanunu'yla ülke gençliğinin önündeki en önemli engeli kaldırdı. Kaynaklar doğru kullanılmaya, alt yapı ve eğitime önem verilmeye, sporcularımıza uluslararası maç tecrübesi kazandırılmaya başlandı. Sonuç, her yaş grubunda gelen başarılar... Son 10 yılda büyük zaferler yaşandı. Ancak milli gurur, milli hasılaya yansımadı. Dünya futbol pastasından Türkiye payını henüz almadı. Yani, "Yıldızlar ithal eden ülke konumundan futbolcu ihraç eden Türkiye olma" hasleti henüz tamamlanmadı. Gerçi, Hakan Şükür bu alanda 'Çizme'ye ayağını koyan ilk futbolcumuz oldu. Ama, tünelinin sonunda görülen ışık, hâlâ sisli. Çünkü, strateji geliştirilemedi... Hakan Şükür, Alpay Özalan, Okan Buruk, Tugay Kerimoğlu, Emre Belözoğlu, Oktay Derelioğlu, Tayfun Korkut, Fatih Akyel, Arif Erdem ve Hakan Ünsal gibi yıldızları ülke dışına göndermek ne büyük marifetse, onların orada kalıcı olmasını sağlamak da o kadar önemliydi, olamadı. Bu futbol elçilerimiz gittikleri ülkelerde yalnız bırakıldı. Onları, gittikleri ülkelerde nasıl bir dünyanın beklediği, hangi güçlüklerle karşı karşıya kalabilecekleri ve bu güçlükleri aşabilmeleri için ne tür bir destek yapılabileceği kestirilemedi. Hakan Şükür ve Fatih Terim gibi futbol öncüleri ne yazık ki, uluslararası arenada gladyatörlerin keskin kılıçlarına teslim edildi. ...Ve hayâl kırıklığı... Peki kader mi? Neyse ki, futbolcularımız, mücadeleci çıktı... Tugay, İngiltere'yi fethetti... Arkasından Alpay, Hakan Ünsal ve Hakan Şükür bu ülkeye gitti. Nihat İspanya'da daha ilk senesinde yıldız olup çıktı, hem kendini kurtardı hem kendisinden önce bu ülkeye giden Tayfun'u... Emre Belözoğlu'na İtalyanlar giydirecek taç bulamıyor... Şimdi, bu isimlerin sayesinde bütün İspanya, İtalya ve hatta İngiltere, Türkiye'yi ve Türk futbolunu konuşuyor. Pekii, bu karizmayı, Türk futbolu ne zaman hasılata çevirecek? Ne zaman futbol ihracatında, teknik adam, futbolcu, menecer, spor hekimi ve masör patlaması yapacak? Dahası, futbolda 2008 Avrupa Şampiyonası ve 2000 - 2004 ve 2008 Olimpiyat Oyunları'na evsahipliği yapma yarışını kaybeden Türk spor medyası, Beşiktaş, F.Bahçe ve G.Saray üstüne odaklanan ilgi ve mesaisini ne zaman uluslararası standarta eriştirip, kendi kendini sorgulayacak? Umarım, Antalya'da süren Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin eğitim semineri bu anlamda bir öncü olur.