Eskiden adımbaşı su dolabına rastlanırmış, şimdi 17 tane kalmış. 82 katliamında Rifat Esad bunları da kırıp dökmüş, aklı sıra intikam almış.
Siz de öyle misiniz bilmem, yabancı bir şehre gidince şöyle bir bakarım efrafıma. Kalıcı olsam burada yapabilir miyim acaba?
“Yok olmayacak galiba” dediklerim de çıkar, “Niye olmasın yaparız pekâlâ” dediklerim de. Semerkant, Buhara, Üsküp, Medine gibi mesela.
Suriye’nin hiçbir yerinde yabancılık çekmedim, inanın Şam’da yaşarım, Halep’te yaşarım, Humus’da da, Hama’da da. Hatta Neva, Dera, Busra’da da...
Hama’ya tarihî eserleri çekmek için gitmiştik, konuya vakıf ve mezar taşı okumakta mahir Erdoğan Sevim ağabeyimiz ile ansiklopedi servisinin Deli Balta’sı rahmetli Ahmed Koç ağabey vardı yanımızda. İnsan yola çıkınca tanınırmış, tek münakaşamız olmadı, en kuytu yerlere girdik, buyurun diyen herkese misafir olduk, çay ocaklarını, parkları, nargilecileri denetledik gece yarılarına.
Hama’ya gece gelmiştik ilk gördüğümüz otele girdik nasıl rahat ettik anlatamam. Üç on kuruş para, bedavadan ucuza. Halkı kibar sıcak samimi, Türkleri seviyorlar.
O zamanlar Kurtlar Vadisi gözdeydi, sağa bak Memati posteri, sola bak Necati Şaşmaz.
Efendim Hama Arapça hisar anlamına geliyor. Hititlere uzanan köklü bir mazisi var. 7. yy.dan beri de Müslümanların elinde. Ebû Ubeyde bin Cerrâh’tan (radıyallahu anh) yadigâr.
Sahabe ordusu geldiğinde halk karşı koymaz, cizye ve haraç ödemeyi kabul eder, kapıları açar.
Zaten bir süre sonra iman eder bizden olurlar. Cündü Hıms’a (Humus ordusuna) katılırlar.
Şehir sadece 1108’de Haçlıların eline geçer, 7 yıl sonra geri alınır tekrar.
Bir de Hamdânî Emîri Seyfüddevle zamanında Bizans İmparatoru Nicephoros Phocas’ın saldırısına uğrar, Ulucami yanar.
Hama’yı Fâtımîler ve Mirdâsîler’in ardından Selçuklu Sultanı Melikşah adına Aksungur idare eder. Emîr Porsuk, Tâcülmülûk Böri ve oğlu Sevinç, Hayırhan, Selâhaddin el-Yağıbasanî, Nûreddin Mahmud Zengî, Selâhaddin Eyyubi, el-Melikü’l-Muzaffer Ömer, Ebu’l-Fida el-Melikü’s-Sâlih ve Yavuz Sultan Selim şehri birbirinden zarif eserlerle donatırlar.
Bölge hayli zelzele yaşar, bilhassa Receb 552’deki (Ağustos 1157) ve Şevval 565’teki (Temmuz 1170) yıkıcı geçer.
Hama idari olarak kâh Halep’e bağlanır kâh Trablus’a. Ki, ikisi de Türkmen şehridir sıkıntı olmaz.
Bir süre Azm ailesi tarafından yönetilir. Ailenin mensuplarından Şam Valisi Esad Paşa bir saray yaptırır ki Kasr’ül-Azm, şehre değer katar.
Şehir zukak denen 24 küçük mahalleye ayrılır. 18’i Arap, dördü Türkmen, ikisi gayrimüslimdir (ekseri Süryani) o sıra.
Hama, Şam - Halep yolu üzerinde önemli duraklardan biri. Halkı çiftçiliği ve hayvancılığı iyi bilir. Yapağı ve pamuklu dokuma Trablus üzerinden Avrupa’ya ihraç edilir.
Pazarı eskiden de canlıdır, ipekli, sırmalı bürümcük, telli makreme, alaca ve yağlık satar.
Giderken bize mutlaka “Yağ, peynir alın” demişlerdi. Hakikaten on numara, dondurması ve sütlacı da nefis, sütü güzel zira. Sebzesi meyvesi bol ve lezzetli. Enginarlar kamyonlar dolusu geliyor, öyle üç beş tane seçmiyor, küfeyle alıyorlar.
Arabalı bir seyyardan iri bir greyfurt (fakihe kerib) almıştık, inanın kavun kadar. Girdiğimiz esnaf lokantasında tepsi ve bıçak istedik, kestik o kadar çok çıktı ki, dilim dilim dağıttık bütün müşterilere yetti. Mübarek sanki güneşte pişmiş, dilimlerin acı zarları olur ya, bununkiler kıtır kıtır ve çepeçevre şekerlenmiş.
Arkadaşlar mideyi bozmayalım endişesi ile tavuk köfte gibi şeyler söylediler. “Ben onları her yerde yerim” deyip ful (bakla) istedim. Üzerine tanımadığım otlar ve baharatlar ekilmiş, ayrıca ekşiyle terbiye edilmiş bir tahin ve nefis bir zeytinyağı gezdirilmiş. Muhteşem bir şey, unutamam asla. Fatih’teki Suriyeli esnafa gider ful alırım hâlâ.
Bu bölgenin insanı malum tatlıcılıkta usta, baktık çok ucuz. “Ondan ver usta, şundan da” kilolanıp döndük sonunda.
Hama, Osmanlı döneminde güçlü vakıflara haizdir. 16 medrese, iki buk‘a ve iki zâviyesi vardır, ilim adamı yetiştirir civara.
Bir Emevî mirası olan Câmiu’l-kebîr (Câmiu’s-sûkı’l-a‘lâ, Câmiu Ebî Ubeyde) muhteşem bir eser.
Aynı Şam Ümeyye camiindeki gibi Beytülmal odası mermer direkler üzerine kondurulmuş. Yani “hazine avluda” şeffaflık bu kadar olur anca.
Hama emîri el-Melikü’l-Muzaffer’in (Selâhaddin Eyyubi’nin yeğeni olur) türbesi de orada.
870 yıllık Nûreddin Camii’nde (el-Câmiu’n-Nûrî) siyah ve beyaz taşlar ustalıkla kullanılmış, süslemeye hacet kalmamış. Avlusunda büyük havuzlar, fıskiyeler; çocuklar şirin kahkahalarla koşturup oynuyorlardı. Gözleri açık renk, saçlar başak sarısı. Gören Avrupalı sanır inan.
Nureddin Mahmud Zengi, cami yanına bir hastane (Bîmâristânü’n-Nûrî) yaptırmış, iz bırakan bir medrese açtırmış sonra.
Azm ve Geylani ailelerinin evlerinin (Kasrü’l-Geylânî) bulunduğu kısım şehrin mutena semti. Nakibü’l-eşraflık da burada.
Bilirsiniz Hama âlimleri Hamevi nispesi ile anılır. Tarihçi İbn Vâsıl, coğrafyacı Yâkūt ve Ebü’l-Fidâ, Kādılkudât Ebû Bekir Muhammed bin Muzaffer ve fakih Ahmed bin Muhammed gibi mesela.
Hama içinden bizim Hatay’ımızda denizle buluşacak olan Asi Nehri geçer. Göze ovadan dağlara gidiyor gibi gelir, bu yüzden “ters akan” derler ona.
Dünyanın en eski su dolapları Hama’dadır (4. yy.) “Medinetü’n-Nevair” olarak tanınır, bazıları 24 metreyi aşar. Yunus Emre hazretlerinin “Dertli Dolap”ı burada yazdığını söylenir hatta.
Asi Nehri’nden dolaplarla yükseltilen su, kemerlerle şehre dağıtılır, düşünün alttan sokaklar gider, yukarıda kanallar akar.
Halka yetip arttığı gibi bahçeler ve hayvanlar da sulanır, her evin avlusunda havuzlar şıkırdar.
Hama kâğıt imalatı ile tanınır, sayısız su değirmeni vardır. Bir kısmı tahıl öğütür, bir kısmı susam ezer, yağ çıkarır. Eskiden adımbaşı su dolabına rastlanırmış, şimdi 17 tane kalmış. 1982 katliamında General Rifat Esad bunları da kırıp dökmüş, intikam almış aklı sıra.
Birinci Cihan Harbi’nde Almanlar yenildiği için (!) yenik sayılırız, Suriye elimizden çıkar. Önce Britanya sahip olur, sonra Sykes-Picot Anlaşması ile sunulur Fransızlara.
Suriye, istiklalini ancak 1946’da kazanabilir yani 80 sene bile olmadı daha.
O günlerde sosyalist subaylar Ortodoks bir Hristiyan’ın (Mişel Eflak) teorisyeni olduğu BAAS ideolojisine saplanırlar. Mısır ve Yemen’le Birleşik Arap Devleti’ni (ed-Devleti Arabiyetü’l-Muvahhide) kurarlar.
Suriye 1961 darbesi ile birlikten ayrılır, Hafız’a gün doğar.
On sene gizli gizli çalışır ve dizginleri ele geçirir, aile hâkimiyeti tesis eder kurnazca. Esadgiller bütün devlet müesseselerini ve para getiren sektörleri ele alırlar.
İstediklerinin mülküne çöker, dilediklerini içeri aldırır; öldürtür, sürdürtürler. Elbette vergiden beyannameden muaftırlar.
Hafız Esad, Nusayri asıllı bir azınlıktır, hassaten muhaberata ehemmiyet verir, izleyeni de izletir bir korku imparatorluğu kurar. Taksiciler, berberler, otelciler muhaberata çalışırlar. İçeri alınanlar işkence görür insanlıktan çıkar. Ki, bu tatbikat Stalinli yılları getirir akla.
Hama’da ezici ekseriyetle Sünniler yaşar. Bu yüzden Esad hanedanının gazabına uğrar. Hafızlı yıllarda Beşar’ın amcası Rifat şehri topçu ateşiyle harabeye çevirir ve zırhlılarla girip 40 bin mümine kıyar (1982). Beşarlı yılları biliyorsunuz zaten. Gerek var mı tafsilata?
İrfan Özfatura'nın önceki yazıları...