Namlu kaval, misket eğri, çakmak taşlı, barut kara. Her attığını vuramazsın, “piştovun” gönlü olursa.
Silah sanayimizdeki gelişmeler sürpriz değil, Türkler eskiden beri başa oynar. Ecdat, silahları dört başlık altında toplar: Vurucu (eslah-i darb), delici (eslah-i nafize), kesici (eslah-i cariha) ve atıcı (eslah-i ramiye). Atıcılar da önce ikiye (ateşli, ateşsiz), sonra dörde ayrılırlar: Toplar, darpzenler, tüfekler, tabancalar. Malum İslam dünyası 13. yy’da haçlı istilasına maruz kalır. Eyyubilerin Avrupalılar ile baş etmesi zordur sayıya vurulursa. Ancak kalite üstünlüğü vardır, alevli oklar, neft yağdıran mancınıklar ve gülle atan borular...
Türkler henüz I. Murat ve Yıldırım Bayezid devrinde top tüfek yapar, Kosova ve 1. İstanbul muhasarasında kullanırlar. Selanik, Sivrihisar ve Belgrad’a ateşli silah götürür, hasımlarını şaşırtırlar. İstanbul’un fethinde şahi adı verilen büyük toplar kullanılır ki 140 öküzle çekilir anca. Bunlar 800 kiloluk gülleler atar.
Nadir Şah’ın ordusu kalabalık ve savaşçıdır, ancak İranlılar Kars Tabyasına saldırınca ateşli silahla karşılanır dağılırlar. Şah altta kalacak değildir, yabancı ustalar getirtir ve geceli gündüzlü çalıştırıp 8 top yaptırır. Ustalar gider, Osmanlı dalkılıçları bir gece mekânı basar, alayını aparırlar. Top deyip geçmeyin ardında büyük tecrübe var. Önceleri taştan ağaçtan oyar, sonra bakır döker, demir döver ve tunçta karar kılarlar.
Sahra topu ile muhasara topu farklıdır, kale topu mazgala yakışır, gemi topu bordaya. Şahî, şayka, prangı, havan, bacaluşka, miyane, çakaloz, bedolçka, morten, kanon, ejderhan, kolomborna, balyemez, eynek, misket, saçma ve humbara… Kumbara da denir, bir nevi el bombasıdır, havanla da atılır icabında. Her birinin marifeti başka başka, yerinde ve zamanında.
İlk tüfekler ağırdır, üç kişi taşır. Geri tepmesi serttir, sadece metriste işe yarar. Zamanla safra atacak, ufalacak, omuza asılacak, tabancaya dönecektir hatta. Timuroğulları, Peştunlar ve Afşarlar deve ya da file bağlı zenburekleri kullanırlar. Küçük bir tohptur, hayvan sese alışır, kıpırdamadan durur. İstanbul silahları tüfenghane-i amirede yapılır, itinayla saklanır. Her perşembe talime çıkarılır, silinir, yağlanır, kenara kaldırılır ihtimamla. Şam, Bağdat, Erzurum, Budin, Diyarbakır, Basra, Kahire gibi vilayetlerde cebehaneler vardır, silah, zırh, kalkan, koşum takımı, barut yaparlar. Artık askere ne lazımsa. Debre, Üsküp, Prizren ve Sarayova da iddialıdır. Gümüşhaneli ustaların tüfengleri Gürcistan’da pek aranır mesela.
Devlet tarafından yapılan silahlar elif kalitedir, fark atar hasımlarına. Tuğra ile damgalanır ve bir mim konur kenarına. Mim “malum oldu-görüldü” manasında. Ganimet alınan silahlar da elden geçilir, kaydedilir kara kaplıya. Silahlar sayılıdır, envantere kayıtlıdır, kimse alamaz, vukuata çıkamaz. Ama arzulayan kendi kesesinden ısmarlar, ister imza attırır, ister tarih yazdırır alnına. Türkler atlarına avratlarına ve silahlarına toz kondurmaz, emanete bebek gibi bakar, mühr-ü Süleyman, ay yıldız, selbek, şemse, çintemani motiflerlerle donatırlar. Kabzalarını kalite ahşap, fildişi, bağa (kaplumbağa kabuğu) ile kaplatır, oymalara inci, mercan, sedef kaktırırlar. Boynuz barutluklar da kadife ve gümüş ile tezyin edilir. Kibar bir kayışla asılır boyna.
Bazı askerler piştova mesafeli durur.
Hemen “vay teknoloji düşmanı” diye yaftalamayın, bi sorun bakalım neden acaba? Neticede verdikleri MKE, Canik, Girsan, Sarsılmaz ya da Zigana değildir. Efendim çeksin, çaksın, kolay mı o kadar? Bir kere emaneti kuşağına sokmadan evvel hazırlayacaksın. Şöyle: Piştovu dik tutacak bir miktar barut akıtacaksın namluya. Bunun için hususi barutlukların ve ölçü kaşıkların olacak. Az olursa patlamaz, çok olursa cayırtı kopar. “Barut hakkı” tadında bırakılır abartılmaz! Sonra ağzı çaputla tıkanır, harbisi sökülüp dövülür barutu sıkıştırırsın kibarca. Bitti mi? Şimdi namlu ağzından misket, bilye vesaire çekirdek bırakabilirsin usulca.
Sonrası toz duman. Çekirdek, husule gelen gazın itmesiyle hedefe uçar. Tabii barut rutubet almadıysa, yağmur yağmıyorsa ve piştovunuzun paşa gönlü hoşsa.
Sonraları “ecza” (cıva fülminat) kullanılır ki sürtünme ve darbelere hassastır. Tez parlar, diğer patlayıcıları tetiklemeye yarar. Lakin metali bozar, alet ıskartaya çıkar bir süre sonra...
Zaten cengâver dediğin gezle gözle uğraşmaz, piştov boşaldı mı namlusundan tutup kabzası ile dalar, aleti şeşpere döndürür icabında.
Piştovun tesiri tartışılır, lakin yakışıklıdır, namlular savatlı, kabzalar kanatlı, sanatlı. Yanına da yatağanı yatıracaksın kardeş kardeş uyusunlar kuşakta. Eyere bağlanan meşin kılıfa kubur denir, ok ya da silah konur. Kubur piştovu zor anların silahıdır, vuramasan da çıkan gümbürtü hasmının atını parlatır. Döner piştovlar üç namluludur, biri boşaldı mı çevirirsin diğeri girer sıraya. Bel piştovu bele, cep piştovu cebe, tüfeeng omza! Flinta ile namlular uzar, isabet şansı artar. Merminin keşfi ile yeni bir sayfa açılır, şarjör, tambura ve şeritliler kurşun yağdırır hasmına. Köroğlu’na sorarsanız tüfek mertliği bozar. Nice bilekli ve yürekliler suikasta uğrar, üç kuruşluk müptezel, gelir sırtına sıkar. Köroğlu eğer uyku karanlığında kadınları ve çocukları katleden siyonistleri görse... Ne derdi acaba?
İrfan Özfatura’nın önceki yazıları…
Yıllardır isminizi görünce mutlaka tıklar ve okurum çünkü, sizin yazılarınızın ele alınıp işlenişi nev-i şahsına münhasırdır. Bu arada tarih kültürümüz de ya artar, ya da yenilenir. Teşekkürler İrfan bey.