Türkiye’yi yasa boğan deprem felaketinden hemen önce Adana Demir sıkıntısı yaşamış Fenerbahçe ve her hafta sallanan, en son 8 hafta önce 3 puanı bir arada gören Konyaspor’la döndük futbola. Tıklım tıklım doluydu tribünler. Hayatını kaybeden binlerce vatandaşımıza saygı adına müzik yayını olmayan statta, ölüm sessizliğinde yapıldı saygı duruşu, her bir yürekten okundu İstiklal Marşı. Sahaya atılan kaşkollar, bereler, formalar, iç ısıtan tezahüratlar, kulak tırmalayan tepkileri bastıracak kadar yoğundu. Yeri miydi, zamanı mıydı? Şahsi fikrim, kesinlikle hayır!
Sahaya dönecek olursak… Futbolcular oyuna adapte olmakta zorlandı ama hakem Halil Umut Meler için aynı şeyleri söylemek pek mümkün değildi. Âdeta tribünden yükselen seslere göre düdük çalıyordu!. Jorge Jesus, kulübede yoktu ama sahadaki takım tam anlamıyla onun eseriydi. Bu Konya karşısında; Oosterwolde varken, solda Lincoln ısrarının, Crespo’nun ve pek tabii Arda’nın yedek soyunmasının başka mantıklı açıklaması yoktu. Penaltı golüyle perdeyi açan Fenerbahçe, henüz 22’de on kişi kalan rakibi karşısında bal yapmayan arı gibiydi.
İlk golüyle Fenerbahçe tarihinin en skorer oyuncusu unvanına ortak olan Valencia, ekstra bir vuruşla Fernandao’yu sollayıp sarı lacivertlileri rahatlatsa da özellikle ilk yarıdaki oyun, şampiyonluk hayali kuran takımla örtüşmüyordu. Ne zamanki, Arao’nun yerini Crespo aldı, Fenerbahçe’nin hücumları da güç kazandı. Oosterwolde ve Arda çimlere ayak bastığında tribünlerin yaşadığı coşku eminin Jesus’un kulaklarında çınlamıştır. Nitekim, dört farklı galibiyet de uzun süreli ayrılık sonrası güzel bir buluşma hediyesi oldu. Ve gördük ki, Jesus ipleri gevşetirse bu takım doludizgin koşar…
MAÇIN ADAMI: Enner Valencia