Şans kapıyı kırınca

A -
A +

F.Bahçe'de bir hüzün, bir efkar, bir yas! Ne o; Kezman sakatlandı, bir ay yok! Tamam Avrupa düşünüldüğünde kötü bir durum ki; bu daha önce öngörülüp gerekli tedbir alınmalıydı! Aslında önlem de alınmıştı ama gördük ki; Deivid'le yola çıkmak batmak üzere olan Titanic'in aldığı suyu maşrapayla boşaltma çabasından pek de farklı değil! Neyse efendim; transfer bizim işimiz değil, hele de konu F.Bahçe olunca. Çok bilen zat-ı muhteremler transferi de yapar, kadroyu da kurar orada. Zaten çok da dert edecek bir durum yok bence, özellikle de Türkiye sınırları içinde. Çünkü, sakatlar ve cezalılar olmadığı sürece kimsenin adını hatırlamadığı, sanki üzerinde "denize düşmeden sarılmayın" uyarısı taşıyan bir çocuk var takımda. Taraftarın sevgilisi, F.Bahçe'nin öz çocuğu (Gerçi bunun pek hayrını gördüğü söylenemez ya!...), gizli golcü, kurtarıcı... Ama benim asıl anlatmak istediğim ne Kezman ne Deivid, ne de "son çare" Semih Şentürk. F.Bahçe camiasında birileri istiyor ki; taraftar da bizi tutsun hakem de, biz tam olalım rakip hepten eksik! Yani bütün şartlar bizden yana olsun, kazanalım da nasıl olursa olsun! Durum böyle olunca şu soru geliyor akla; "Büyüklük böyle bir şey mi acaba?" Her şey benim lehime, rakibimin aleyhine olunca ben de çıkar oynarım. Kazanmak garantiyse, mücadele niye? Verelim kupaları Fener'e, geri kalanlar mücadele etsinler kendi kendilerine. Ama yok, yok! Olmaz öyle. En azından Avrupa'da yenen tokatların acısını çıkartmak için birilerini dövmek gerek, değil mi? F.Bahçeli arkadaşlar kızmasın, maalesef konu büyükler olduğunda durum bu. Kezman'dan yola çıktık, nerelere geldik. Arzu eden Kezman'ı, Delgado ya da Hakan Şükür olarak okuyabilir. F.Bahçe yazılı yerleri G.Saray veya Beşiktaş olarak değiştirebilir. İsimler ayrı, durum aynıdır. Çünkü, yedek kadrosundaki oyunculardan her hangi biri, her hangi bir Anadolu ekibinde direkt 11'de, hem de takımın 1 numaralı yıldızı olarak oynayabileceği gerçeği buz gibi dururken bile, "büyük" büyüklüğünü bilmeden "şımarık bir çocuk" misali "bütün oyuncakları bana verin" diye ağlamaktan gocunmamaktadır. Büyüğün "sevinç" gözyaşları, "timsah" gözyaşları, "naz" gözyaşları da birbirinin aynıdır. Aynı anda, aynı gözden akan 3 ayrı damla, 3 ayrı anlam taşıyabilir. Sıralama duruma göre değişebilir olsa da, sonuç hep aynıdır. Büyük, öyle ya da böyle mutlaka istediğini alır. Bugün "Kezman yok" diye ağlayan büyüğümüz, dün Kayseri'de Gökhan'ın olmamasını umursamaz bile. Yarın Manisa'da Rafael'in oynamayacak olması da onu hiç ama hiç ilgilendirmez. Kezman'ı yoktur zaten onun, canı sıkkındır, üstüne gitmeyin. > Bir gün belki hayattan... Bir bayram daha geride kaldı. Tatlı anılarıyla! Sevdiklerimizle buluştuk, şekerler ikram edildi, eller öpüldü, gönüller okşandı. Kaybettiklerimizi ziyaret ettik yattıkları yerlerde. Onlar değil, ama anılar canlandı, gözler buğulandı. Bir de aynı dünyada olup da görüşemediklerimiz vardı ki; onların hasreti daha da acı geldi. Peki tüm bunlardan habersiz olan kimdi? Pek tabii ki; futbol. Heyecan, bayram seyran dinlemeden sürdü. Manisa'da ne şiş yandı, ne kebap. İki ekip birbirlerini üzmedi ama başka birilerini üzeceklerini cümle aleme gösterdi. Bu da onların bayram mesajı olsa gerek. Neyse efendim, biraz geç olsa da, nice bayramlara.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.