Üç-beş gün önce... Televizyon kanalının birinde... İki - üç teknik adam konuk!.. Ben yakaladığımda, kellifelli olanı konuşuyordu... Göbeğini oynatmasından belli, hikmetli biriydi. Güven veren bir kurtarıcı edasında dinliyordu ki diğeri, üçüncüsü vurdu aldı sözü! Belli bilgiliydi!.. Yaşadıklarından örnekler vererek konuştuğuna ve yüzündeki ifadeye bakılırsa öfkeliydi de. Dudaklarındaki çarpık tebessümle bastırmaya çalışsa da duygularını, yılmadan yaptığı vurgular açığa vuruyordu durumu. Bu vurup kırmaya alışık hocamız vurgun yemişti ve hikmetli kardeşinden aldığı sözü allayıp pullayıp bir demet çiçek halinde tekrar sunarken ortadaki gülü "Kendi" yapmasını acısına bağladım ben. Efendim olay şu idi... Soyadı ile pek de renk benzerliği olmayan hikmet sahibi er kişi, Karadeniz kıyılarında Belçikalı bir avcının doğana yem olmasından kendine de pay biçerek, yerli-yabancı ayırımı yapıyor, ekseriyesi puro tüttüren kallavi patronları kadir kıymet bilmemekle itham ediyordu. İşte tam bu esnada vurdu aldı sözü yılmayan adam, sandım ki; "Destur" diyecek!. Ama nerde? Basılmıştı bir kere nasırlı parmağına ya, aldı bizi götürdü 90'ların başına. Neymiş efendim, o güçlük içinde göreve gelmiş, düşenin elinden tutmuş, ayağa kaldırmış, yapmış da etmiş, mış mış da muş muş, ama ne olmuş?.. Kıymeti bilinmemiş, çok büyük şahsiyetler (Bunu belirtmese olmaz, yarınları için yatırım yapmak önemlidir!) elin Piontekyo mu ne isimli beyaz saçlı gavurunu onun yerine getirmeye kalkmışlar. Çok içerlemiş, çok sinirlenmiş. Ama onu asıl kızdıran bu Piontekyo'nun pek saygıdeğer, pek muhterem, pek değerli, aman da aman efendiler karşısında bacak bacak üstüne atıp puro içmesiymiş. Bizimki bu saygısızlığa bir üzülmüş bir üzülmüş ki sormayın. Ama onu asıl vuran, çok değerli efendilerin işveren konumunda olmasına rağmen bu Batılıya olan hayranlıkları olmuş. Ay dostlar içim sıkıldı vallahi. Adam vurulmuş, ama yılmamış da ben yıldım kardeşim. "Onlara saygı var, bize yok" diye ağlıyor. Beyler yaptığınız işte, yani teknik adamlıkta saygı istiyorsanız, ortaya bir şeyler koyacaksınız. Mesela duruş, mesela tarz, mesele prensip, mesela başarı..... Meselaları sıralar gideriz. Ama daha kolayını seçelim, neleri yapmayacaksınız onlara bakalım!... Mesela, yöneticilerin her dediğine he demeyeceksiniz, derseniz de 3-5 hafta sonra ağlamayacaksınız. Bir sezonda 3-5 takım çalıştırmayacaksınız, yönetici dedikleriniz sizi her aradıklarında bulamayacak, biraz ağır olacaksınız. Kimse size şapkadan kuş çıkarın demiyor, ama istikrarlı olacaksınız. Ha siz bunları yapın, hâlâ saygı duymayan varsa, bu onların terbiyesizliğidir. Ama yok öyle beleşe saygı. Ağlayana verilmiyor, emzik misali!