Uzunca bir barış dönemini savaşa hazırlanarak geçirmiş askerler, karın kapıya dayandığı günlerde güneş altındaki son randevularına çıkıyordu. Puan kokusu sarmıştı ortalığı... Rengarenk ordular hazır görünüyordu, ancak komutanlar tüm güçlerine karşın zayıf yanlarından endişe ediyordu... Zafer için siyah giyen adamlar dahil her şeyin ve herkesin yanlarında olmasını istiyorlardı. Bu hiç bir zaman değişmeyen arzu, yılda 34 hafta süren geleneksel savaşın 18. haftasında da değişmemişti. Zaten asla değişmeyecek yazılmamış kurallardan biriydi. Ordular savaş alanına sürüldü. Mücadeleler yapıldı. Her savaşın süresi 1.5 saat olarak ayarlanmıştı.. "90 dakika" olarak anılan bu sürecin bitiminde ise duygu patlaması yaşanıyordu. Komutanlar sonuçları değerlendiriyordu her zaman olduğu gibi.. İstanbul Beylikleri'nden Aslanoğulları'nın şahı, devşirme Aslan Yürekli Erik, Konya seferi dönüşünde, askerlerine övgüler yağdırıyordu. Tüm sıkıntılara rağmen kenetlenmiş askeri, tüyü bitmemiş bir gencin salladığı füzeyle zafere ermişti. Kahramanlık yaparak isim kazanan delikanlıya gözün aydından esinlenerek, Aydın denildi. Sorunlar, dertler, hazinenin tam takır olması, dönüş yolundaki eşkıya saldırısı bile moralleri bozmaya yetmiyordu. Savaşın ağır topu, tüm zamanların en büyüklerinden ve son zamanların efendisi olan Kanarya Beyliği'nde ise huzursuz sesler yükseliyordu. Taa Alamanyalar'dan büyük şaşaa ile gelip tahta oturtulan sarı bıyıklı efendi, asker arasında ikiliğe neden oluyordu. Ordusu içinde büyük dengesizlikler olduğundan yakınan Damat Paşa'nın savaş arenasına çıkarmak için Afrikalı komutanına "At'la gel" talimatı yollaması askerin yüreğini burkuyordu. Ancak bu durum kuralların adamı olarak tanınan Damat'ın derdi değildi, onun tek düşüncesi günü kurtarmak, Avrupa seferinde yaşanan hayal kırıklığını, küçük beylikler üzerinde baskı kurarak unutturmaktı. Karadeniz'de ise rüzgâr Balkanlar'dan esmekteydi. Demokratik yollarla yönetime geçen Albayrak sülalesinden Nuri Bey ve yaverleri, eski komutan Bosnalı Temel'e güven telkin etmiş ve zât-ı muhteremin başkomutanlık görevini sürdürmesine karar vermişti. Ancak neler oldu neler.. Ordunun yıpranan yerlerini tamir etmeye çalışan beyler, baş komutanın yırtık ağzını toplamayı beceremedi. Kayseri Ovası'nda alınan utanç verici hezimetin ardından Boşnak Temel hep askeri suçladı. İktidar ise askerini satan komutana sahip çıktı. Bu garip çelişkiye kimse anlam veremedi. Ama herkes biliyordu ki, bu gidiş gidiş değil... Büyük beyler, paşalar şöyle dursun... Onlara örnek teşkil edecek komutanlar pek de uzakta değildi. Ankara Bozkırı'nda Rıza Efendi derler bir babayiğit, ekmeğini taştan çıkarır, devlere kılıç çeker, gücünün yetmediği yerde de haddinin farkına varırdı... Suçu ordusunda değil, kendisinde bulacak kadar yiğitti, kapıyı çekip gitmeyi bilirdi. Öyle de yaptı. Dönüşünün muhteşem olacağına emindi herkes... Ve Kayseri'de bir Sağlam er. Kayserlere inat Sağlam bir duruşu vardı. Askeri azdı belki ama o inanmış yüreklerle, isimsiz savaşçılarla adını tarihe yazdırmaya inanmıştı, herkesi inandırdığı gibi... Gözyaşına sığınmadan... .... Evet dostlar; gittik, gördük, anlattık.. Unuttuklarımız, atladıklarımız da olmuştur. Ancak akılda kalan en önemli anlar bunlardı. Nefes kesen bu uzun metrajlıyı takip edin derim.. Bir çok ünlü karakter, farklı kişiliğin yer aldığı karelerin sonunda mutluluk tablosunu kim süsler bilinmez, ama siz yine de seyredin.. Bu heyecana değer... SENARYO: Türk futbolu adına Süper Lig A.Ş. STÜDYO: Türkiye statları OYNAYANLAR: Alamanyalı damat, Aslan Yürekli Erik, Boşnak Temel, Ankaralı Rıza, Sağlam Pastırmacı.. MALİYET: Milyar dolarlık havuzda ağza alınmayacak kadar masrafsız... ---------------------------------- Bir bilmecem var... Bıçakçı gitti, Bermek elendi, Ulusoy geldi. Eee n'olcak bu Milli Takım'ın hali? Ulusoy, Fatih Terim'e açıkça "git" demiş olmasa da, seçim öncesi Mustafa Denizli'ye haber yolladığı dedikoduları unutulmuş değil. Ve şimdi de Gündüz Tekin Onay'ın çalışmalarıyla Terim'in planları rafa kaldırılıyor, yetkilerinin kısıtlanması gündeme getiriliyor. Peki, seçim sonrası istifa ederek üzerine düşeni yapan Fatih Hoca, kendisi için biçilen bu yeni kaftanı giyer mi? Giymezse ne olur? Türkiye'nin en büyük sorunlarının zeminini oluşturan gruplaşma, adamcılık futbolumuza da kan doğramaya devam eder mi? Önemli olan kimin kimle çalıştığından ziyade, ayrı fikirlerin tek bir amaç doğrultusunda birlik olup, zafere yürümesi değil midir? Bunu başarmak çok mu zor? Bu milletin kenetlenmesi için ille de bir afet mi olmalı? Hem bundan kötüsü ne ola ki? ----------------------------- Erik daldan düşüyor... "Kendimi sirkte hissediyorum." Bu sözler, Arap şeyhi kılığına girmiş gazetecilerin şakasına maruz kalan İngiltere Milli Takımı'nın İsveçli hocası Sven Goran Eriksson'a ait. Paragöz İsveçli, kendisine yapılan sahte teklife balıklama atlayıp, milli oyuncuları, Aston Villa Başkanı'nı yerden yere vurup, Beckham'ı transfer ederim vaatlerinde bulunurken vicdanını suçlamadı da... Kendisini manşetlerde görünce nevri döndü. Sadece Adalılar'ın değil, tüm dünya kamuoyunun tepkisini çeken İsveçli, Almanya 2006'dan sonra görevi bırakacağını söylerken, şakacı gazetecileri mahkemeye verdiğini de dile getirdi. Neymiş efendim, özel hayatına müdahale edilmiş. Yapma ya... Sen futbolcuların hakkında atıp tutup, onların sırlarını ifşa ederek ne yaptın da astar istiyorsun? --------------------------- Kimler geldi, kimler geçti * Ankaraspor: Rıza Çalımbay gitti. Giray Bulak geldi. * 1860 Münih: Reiner Maurer gitti. Walter Schachner geldi. * Beykoz 1908: Orgun Ortakçı gitti. Şenol Fidan geldi. ----------- > O diyor ki! Düştükten sonra bahane değil, ayağa kalkmak için çare aramak gerek... >> KISSADAN HİSSE: ASKERİNİ SATANI TARİH AFFETMEZ, BİR GÜN ONLAR DA SATILIR...