Bizi aile üzerinden vurdular!
Ve her geçen gün şaşırıyoruz değil mi? Afallıyoruz. Çürümüşlük, kokuşmuşluk dalga dalga ortaya çıktıkça şaşırıyor, bakakalıyoruz. Büyük kentlerden dağdaki küçük köylere kadar yayılan ahlaki çöküntü aslında yüz yıllık bir sürecin ürünü.
Bu virüs en çok son 15 yılda pik yaptı. Bunun elbette pek çok sebebi var. Bir kere pek çok çarpıklık bu dönemde ya görülmedi ya da özellikle muhafazakâr kesimdeki rahatlama, rehavet bu çöküntünün konuşulmasını geciktirdi, sümen altı etti.
Toplum, uzun yıllar sosyal medya ile, dizilerle, yabanca dizi ve sinema platformlarıyla oyalandı. İnsanlar, gününün önemli bir bölümünü artık sosyal medyalarda geçirip durduğu yere göre ona buna saldırmaya, sanal ortamlarda dedikodular üretip, siyasi partiler adına silahşorluk etmeye başladı.
Hiç kimse ayıptır, günahtır, hangi kesimden olursa olsun insanların ayıplarını, kusurlarını araştırıp ortaya saçmayın demedi. Hemen herkes mevzilerine konuşlanarak karşı tarafı nasıl ezdik, gömdük, rezil ettik yarışına girdi. Geleneksel medya en çok bu süreçte kan kaybetti!
Büyük, anlı şanlı gazeteciler, televizyon yıldızı meşhur yazarların işi gücü olmayan, tek işi sabahtan akşama kadar bilgisayar başında fitne fesat çıkaran trollerle ahbap olup, sırtlarını sıvazlamaya, onları muhatap almaya başlamasıyla insanlar trollere büyük payeler vermeye, takip edip fenomen yapmaya başladı!
Bizi ahlak üzerinden vurdular!
Bu mecralar üzerinden hızla yayılan virüs ailenin kılcallarına girip, köydeki çocuğu ve kadını bile etkisine alıp hipnotize etmeyi başardı. Bilgisayar başında soyunarak para kazanan kadınlar, o mecralarda tanıştığı erkeklerle, kadınlarla farklı dünyalara ayak basanlar çığ gibi büyüdü. Mahkeme koridorları sosyal medya davaları ve rezillikleriyle dolup taşmaya başladı. Boşanmalar çığ gibi arttı!
Bu ‘hayasızca akın’ durmadı!
Yüzde doksan dokuzu ‘Müslüman’ denilen ülkemizde nikâhsız yaşayan, bu nikâhsız ve ahlaksız ilişkiden dünyaya getirilen on binlerce çocuk var! Uzun sürmeyen bu nikâhsız ilişkilerden sonra anne tarafından terk edilen, baba tarafından tanınmayan bu masum çocukların devlete getirdiği o ekonomik maliyeti saymıyoruz bile!
Daha önce de söyledim, şimdi de söylüyorum. Bu kadınlar tespit edilip doğurganlık yetilerine son verilmeli ve kaydı tutulmalıdır!.. Sert tedbirler alınmadığı takdirde bugünlerin daha iyi günlerimiz olduğunu söyleyelim.
Bizi ekonomi üzerinden vurdular!
Dünyaca ünlü Amerikalı yazar Joan Steinberg, “Gazap Üzümleri/Aile Çöktü” romanında 1929 ekonomik buhranının yansımalarını Joad ailesi üzerinden veriyor. Yoksulluğun, işsizliğin, istenmeyen göç hareketlerinin aile ve toplum hayatını felç ettiğini anlattığı eserde, özellikle şu diyalog bile bize ne çok şey anlatıyor:
“Kaç erkek var?”
“Bir tek biz. Üç. Kaç para veriyorsunuz?”
“İki buçuk sent.”
“Lanet olsun, insan karnını bile doyuramaz!”
“O kadar veriyoruz. Güneyden iki yüz adam geliyor. Bu paraya can atıyorlar.”
“Ama, Tanrı aşkına, bayım!”
“Haydi, çabuk ol. Ya kabul et ya defol. Tartışacak vaktim yok...”
Bu diyalog bilmem ki sizlere ne çağrıştıracak? Az paraya, karın tokluğuna çok iş!
Hayat pahalılığı, alım gücünün düşmesi, işsizlik, kira ve ev fiyatlarının yüzlerce defa katlanarak artması toplumumuzu derinden sarstı. Öyle ki büyük kentlerde iki ailenin aynı daireyi kiralamasından tutunuz, kızlı erkekli aynı evde yaşayan öğrencilerin artması, kirasını ödeyemediği için işini bırakanlar… Ay başını zor getirenler, parasızlıktan ötürü patlayan aile içi geçimsizlik ve ayrılıklar arttıkça arttı.
Hasılı aile çöküyor!
Ahlak firarda…
Ve bu sorunlara çözüm aranıyor…
yerden göge kadar haklisiniz!
Kaleminize sağlık.