‘Önce tedbir, sonra tevekkül'

A -
A +

Tevekkül, dînin bildirdiği bütün sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi sebeplerden değil, sebepleri yaratandan beklemektir. "Bir işe başladığın zaman, Allahü teâlâya tevekkül et. O'na güven!" âyet-i kerîmesi, tevekkül ile beraber azmederek çalışmak lâzım olduğunu gösteriyor. Tevekkül, değiştirilmesi insan gücünün dışında olan üzücü hâdiseleri ezelde takdir edilmiş bilip, üzülmemek, Allahü teâlâdan geldiğini düşünerek seve seve karşılamaktır. Çeşitli maniler, insanın gönül huzuru ile yaşamasını önler. Huzursuzluktan kurtulmanın çâresi, lüzumlu tedbirleri aldıktan sonra işin neticesini Allahü teâlâya bırakmaktır. Çünkü insan, bir işin neticesinin iyi mi, kötü mü olacağını bilemez. Hayır zannettiği çok şey şerle, şer zannettiği çok şey de, hayırla neticelenebilir. Muhakkak şu işim olsun diye ısrar etmemeli, "Hayırlı ise olsun" demelidir. Sebepler belirtilmiştir Allahü teâlâ, kimseye muhtaç olmamak için çalışmayı, hasta olmamak için önceden tedbir almayı, çocuk sahibi olmak için evlenmeyi, hasta olunca ilâç kullanmayı, görebilmek için ışığı sebep kılmıştır. Sebebi, istenilen şeye kavuşmak için bir kapı gibi yaratmıştır. Birşeyin hâsıl olmasına sebep olan şeyi yapmayıp da sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeye benzer ki, bu, akla ve dîne uygun değildir. Allahü teâlâ, insanların, ihtiyaçlarına kavuşmak için bu sebeplere yapışma kapısını yaratmış ve açık bırakmıştır. Onu kapamak uygun olmayıp, insanların vazîfesi kapıya gidip beklemektir. Sonrasını O bilir. Salicylatların romatizmaya, aşı ve serumların, antibiyotiklerin ve sülfamidlerin de bakterilere karşı tesiri, ekmeğin açlığı, suyun susuzluğu gidermesi gibidir. Yangını su ile söndürmek de böyledir. Tesiri muhakkak olan bunun gibi ilâçları kullanmamak tevekkül değil, ahmaklıktır, harâmdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: "Ey Allahın kulları! İlâç kullanın!" "Her hastalığın ilâcı vardır. Yalnız ölüme çâre yoktur." Mûsâ aleyhisselâm hastalanmıştı. İlâcını söylediler. "İlâç istemem, Allahü teâlâ şifasını verir." diyerek tavsiye edilen en tesirli ilâcı kullanmadı. O zaman Allahü teâlâ "İlâç kullanmazsan şifâ ihsan etmem!" buyurdu. İlâcı içip iyi oldu. Fakat sebebini merak etti. Allahü teâlâ "Sen, tevekkül etmek için, benim âdetimi, hikmetimi değiştirmek mi istiyorsun? İlâçlara fâideli tesirleri veren kimdir? Elbette tesirleri yaratan benim." buyurdu. Görülüyor ki, tabibe gitmeli, ilâç kullanmalıdır. Fakat, doktora ve ilâca güvenmemeli, şifâyı Allahü teâlâdan istemelidir. İlâç içip de iyi olmayan, ameliyat masalarında kalıp can veren az değildir. Kur'ân-ı kerîmde buyuruldu ki: "Eğer îmânınız varsa Allahü teâlâya tevekkül ediniz!" (İmrân) "Bir kimse Allahü teâlâya tevekkül ederse, Allahü teâlâ ona kâfidir." (Talâk) Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Eğer Allahü teâlâya hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı." "Bir kimse, Allahü teâlâya sığınırsa, Allahü teâlâ onun her işine yetişir, hiç ummadığı yerden ona rızk verir." İbrâhim aleyhisselâmı mancınıkla ateşe atarlarken, "Hasbiyallah ve ni'mel vekîl", yâni "Bana Allahım yetişir, O ne iyi vekîl, ne iyi yardımcıdır." dedi. Ateşe düşerken Cebrâil aleyhisselâm gelip, "Bir dileğin var mı?" diye sorunca buyurdu ki: "Var, fakat sana değil." Böylece "Hasbiyallah" sözünün eri olduğunu gösterdi. Bunun için Kur'ân-ı kerîmde "Sözünün eri olan İbrâhim" diye metholundu. Sa'îd bin Cübeyr hazretlerinin elini akrep sokmuştu. Annesi, "Elini uzat da efsûn etsinler" (yâni uydurma şeyler okusunlar.) diye and verdi. Ama, O, "Efsûn yapan ve ateş ile dağlayan kimse Allahü teâlâya tevekkül etmemiş olur." hadîs-i şerîfini bildiği için diğer elini uzattı. Efsûn yaptırmadı." Rızıktan şüphe etmemeli Birisi, Veysel Karânî hazretlerine, "Nereye yerleşeyim?" diye sorunca, O da, "Şam'a yerleş!" buyurdu. Soran, "Acaba Şam'da geçim nasıldır?" deyince Veysel Karânî hazretleri, "Rızıklarından şüphe eden kalplere yazıklar olsun. Bunlara nasîhat fâide etmez." buyurdu. Tevekkül, kalb işidir ve îmândan meydana gelir. Tevhîde ve Allahü teâlânın lütf ve ihsânının pek çok olduğuna îmân etmekle hâsıl olur. Bu hâl, kalbin vekîle itîmat etmesi, güvenmesi ve ona inanması ve onun ile rahat etmesidir. Böyle bir insan dünya malına gönül bağlamaz. Dünya işlerinin bozulmasından dolayı üzülmez. Allahü teâlânın rızkı göndereceğine güvenir. Meselâ, iftirâya uğrayan bir kimse, mahkemeye düşünce kendine bir avukat tutar. Üç şeyde avukata güvenirse, bu kimsenin kalbi rahat eder. Birincisi, avukatın, ona yaptıkları iftirâyı iyi bilmesidir. İkincisi; bildiğini iyi anlatmak için, doğruyu söylemekten çekinmemesi. Üçüncüsü de, avukatın bunu canla başla müdafaa edeceğine inanmasıdır. Avukatına böyle inanır, güvenirse kendisi ayrıca uğraşmaz. "Allahü teâlâ bize yetişir. O ne iyi vekîldir." âyet-i kerîmesini iyi anlayıp, "Rızık takdir edilmiş, ayrılmıştır. Vakti gelince bana yetişir." der. Bütün bunlardan açıkça anlaşılıyor ki dînimiz, çalışmayıp, boş oturup tevekkül ediyorum demeyi yasaklamaktadır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.