Hayatımıza yön veren, bize kişilik kazandıran, âdetâ bizi biz yapan temel inanç ve davranış prensiplerimiz vardır. Hayatımızı planlarken bunların emir ve etkisinden kendimizi soyutlama imkânımız yoktur. Niçin öyle değil de böyle davrandığımız, başlangıçta ciddiyetle tamamlamayı düşündüğümüz önemli bazı teşebbüslerden bazen beklenmedik şekilde neden vazgeçtiğimizin önemli sebepleri olmalıdır. Sorumluluk taşıyan kişilerin anlamsız macera heyecanlarıyla harcayacakları vakit ve imkânları olmadığına göre bu kabil ciddî kararlarda onları yönlendiren ciddî kriterlerin bulunduğunu düşünmek zorunda kalırız. Gerçekten de dikkatle incelenirse istikrarlı bir çizgi tutturmuş şahsiyetli insanların bütün hareketlerinde belli kural ve prensiplerin hâkim olduğu görülecektir. Bu kural ve prensiplerin aslı, kaynağı nedir? İnsanları yönlendiren bu temel kaideleri kim koymuştur? Bunların güç ve etki kaynağı nedir? Sadece fertleri değil, çoğunlukla bütün bir toplumu yönlendiren bu sihirli güç nereden gelmektedir? İnsanlık tefekkür tarihinde aslında asırlar boyu bu sorular hep tartışma konusu olmuştur. Güzel ve çirkin, iyi ve kötü, doğru ve yanlış, yararlı ve zararlı kavramları üzerinde akıl yormayan var mıdır? Elbette ki bu kavramların her biri konusunda gerekçeli değer hükümleri ortaya konulurken çeşitli bilimsel açıklamalar yapılmaktadır. Ama bazı durumlarda bilimsel olmaktan çok inanca yönelik telâkkî ve kabullere müracaat etmek kaçınılmaz hâle gelmektedir. Özellikle söz konusu kavramlar arasında çıkacak çatışma ve çelişkiler bazen inanç ve maneviyat faktörünü ön sıraya geçirebiliyor. Sözgelimi sevap ve günah ayırımında bazen yarar-zarar kavramları akıl, duygu ve bencillik avantajına rağmen ağırlık ve etkisini kaybedebilir. Dînen günah sayılan bir fiil görünüşte faydalı bile olsa değer hükmü onun terk edilmesinden yana belirlenebilir. Bazı manevî ve ahlâkî değer hükümleri vardır ki bunları basit menfaat hesapları karşısında savunmak mümkün değildir. Şehitlik örneği Meselâ; vatan, millet, din ve namus gibi yüce manevî değerler uğrunda canını fedâ etmek anlamına gelen şehitlik böyledir. Gözünde ve gönlünde vatan, iman ve bayrağın anlam ve önemi olmayan birinin şehitliği çok anlamlı ve ulvî bir değer olarak algılaması beklenemez. Nitekim nihilist ve materyalistlere göre şehitlik -hâşâ- aptallıktan başka bir şey değildir. Böyleleri kısa va'dede belki bencil duygularının geçici tatminiyle avunabilirler. Fakat uzun va'dede sonlarının hüsran olacağında şüphe yoktur. Tarih böyle sorumsuzların ibretli ve acı âkıbetlerini belgeleyen nice örneklerle doludur. Fertleri ve toplumları sosyal ve ahlâkî alanda belli kalıp ve kategorilerde şekillendirip yönlendiren değer hükümlerinin dînî, kültürel, estetik, bilimsel ve felsefî dayanakları vardır. Din, tarih boyunca beşerî değer ölçülerinin belirlenmesinde en önemli ve etkili yeri almıştır. İnsanlar bilim ve teknikte ne kadar ilerleseler de gerçek huzur ve manevî rahatlığı imanın derûnî ve samimî atmosferinde aramaktadır. Allah'a güven ve teslimiyet insanlığın aradığı en vazgeçilmez melce' (sığınak) olmuştur. Fanatizm, yobazlık ve bağnazlığa değil de ilim, irfan ve hoşgörüye kucak açan samimî dindarların hâlisâne ve pırıl pırıl niyetlerinden güç ve ilham alan manevî değer ölçülerinin sosyal ve ahlâkî hayatımıza getireceği bereket ve huzur dünyalara bedel olacaktır. Gazete, dergi gibi periyodik veya güncel yazılı basın, radyo, televizyon, sinema ve tiyatro gibi göze ve kulağa hitap eden kültürel yayınlar toplumlarda bazı değer yargılarının oluşmasında çok önemli rol üstlenmektedirler. Bir zamanlar sadece kitap, konferans, seminer ve münazaralarla yayılan felsefî ve bilimsel akımlar şimdi daha etkili bir propaganda imkânına kavuşmuştur. Materyalist ve inkârcı hayat görüşünü kafalarda ve gönüllerde yerleştirme çabasındaki nihilizm ve gençleri manevî duygulardan kopararak haz, zevk ve safâ düşkünü bir şehvet kumkuması hâline getirmek isteyen hedonizm, toplumlara hükmetmeden kıymet hükümlerinin teşekkülünde çok önemli ölçüde etkili olmaktadır. İnsanlar hayata bakış açılarını aldıkları kültür ve topluma hükmeden sosyal kabul ve teamüllere göre belirlemektedirler. Toplumdaki bu, insan rûhuna yabancı telâkkîlerin zaman zaman inançlı insanlara bile belli oranlarda etkili olduğunu üzülerek müşahede ediyoruz. Önem taşırlar Basın yoluyla edindiğimiz bilgi ve izlenimlerin te'sîriyle sözgelimi bir filmin ciddî bir sinema klasiği olduğu kanaatiyle yakınlarına telkînde bulunanlara bile rastlayabilirsiniz. Daha sonra ciddî ve serinkanlı bir değerlendirmeyle genel ahlâk anlayışı, insan hakları hakkaniyet ve nasafet ölçüleri, vicdanî muhasebe gibi kriterler karşısında hangi tutarlı ölçülerle böyle bir tavsiyede bulunulduğunu anlamakta zorluk çekeriz. Demek ki hayatımızı olumlu anlamda yönlendirip planlayacak sağlam değer ölçüleri bizim için çok öncelikli bir önem taşımaktadır. Manevî ve ahlâkî duyguları dışlayan değer hükümlerinin insanlığa saadet değil felâket getirdiğini unutmamalıyız.