İnsanın biri nefsânî, diğeri rûhânî ve manevî olmak üzere iki önemli özelliği vardır. Onu sadece nefsânî yönüyle ele alan ve insan deyince yalnızca benlik, bencillik, gurur ve ihtirastan ibaret bir varlık düşünen Freud ve takipçileri aslında oldukça ciddî tesbitlerde de bulunmuşlardır. Fakat bu tesbitler insanın sırf nefsânî duygu ve eğilimlerini yansıtan yönüyle sınırlıdır. Onların belirledikleri nefsânî karakterler aslında Kur'ân- Kerîm'in asırlarca önce son derece sâde bir üslûpla bildirdiği beşerî gerçeklerden çok farklı şeyler değildir. Psikanalist gözlemlerin sonuçları belki de Kur'ân irfânından nasipsiz kalmış zamanımız insanlarından bazıları için orijinal sayılabilecek yepyeni ifade kalıpları içinde formüle edildiğinden bir kısım çevrelerde ciddî yankılar uyandırmış oldu. Bozulmanın sebepleri Psikanalistler, insanlardaki davranış bozukluklarını incelerken onların yekdiğerine üstünlük sağlama ve güçlü görünme isteklerini dikkat ve ısrarla tahlil etmişlerdir. Onlar bedenî ve fiziksel yetersizlikleri sebebiyle hedefledikleri egemenliğe ulaşamayan insanlarda oluşan aşağılık kompleksinin davranış bozukluklarına yol açan en önemli faktör olduğunu söylemektedirler. Hayatı yalnızca bedenî ve duygusal isteklerin doyuma ulaştırılmasından ibâret görenler için bu tesbitin bir dereceye kadar isabetli olduğu düşünülebilir. Fakat insan, sırf maddî ve bedenî ihtiyaç ve zevklerle sınırlandırılacak kadar basit ve sıradan bir varlık değildir. Onun akıl, vicdan, tahayyül ve tefekküre yönelik çok karmaşık ve analizi çok zor tarafları olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Kaldı ki herhangi bir bedenî ve fiziksel kusuru olmayan kimselerin de aslında kendine yetmezlik duygusuna kapıldıkları inkâr edilemez. Ayrıca bedenî kusurlarını ahlâkî ve manevî olgunlukla önemli ölçüde telâfî etmiş nice mutlu insanlar vardır. Bunların davranışlarında hiçbir ciddî anormallik de görülmemektedir. Esasında insanın gerçek huzur ve mutluluğu, kendisine bahşedilen her türlü güç ve imkânı hak rızasına uygun, faydalı alanlarda kullanabilmesine bağlıdır. Yoksa nefsânî hakimiyet iddialarını olanca çirkin ve iğrenç tezahürleriyle nefsâniyet ve egoizm arenasında sahnelemekle huzur ve mutluluk bulunamaz. Aklı başında, ne yaptığının farkında olan insanların toplum içindeki tutum ve davranışları mantıklı ve tutarlıdır. Beşerî ve sosyal ilişkilerin düzenli ve huzurlu yürümesinin en vazgeçilmez şartı budur. İnsanların birbirini anlayışla karşılamaları alışılmış hareket normlarına saygılı kalmalarına bağlıdır. Medenî toplumlarda bu uygulama, âdetâ mekanik ve rutin bir özellik kazanmıştır. Alışılmışın dışına çıkılması genellikle toplumsal tepkilere sebep olur. Batı toplumlarında günlük hayat içinde insanî ilişkilerde gözlemlenen bazı nezâket ve görgü kuralları neredeyse toplumun bütün katmanlarına egemen olmuştur. Nâzikâne bir davranışın teşekkürle karşılık bulmaması gibi bir durum âdetâ akla bile getirilmez. Bu aslında otomatizm hâline dönüşmüş rutin bir davranış bile sayılsa uygarlık adına hiç de küçümsenecek bir olay değildir. Manevî değerlere bağlı, dünya ve âhiret mutluluğunu dengeli bir uyum içinde ciddî bir disiplin anlayışıyla yürüten kimseler davranışlarında mantıklı ve tutarlı oluşun yanında hikmetli ve ihlâslı olmak gibi farklı bir özelliğe daha sahiptirler ki materyalist toplumlar için bu, çok farklı ve anlaşılması güç bir kavramdır. Hikmetli ve ihlâslı davranışlar, onu kavrayacak zihniyet ve terbiye ortamının dışında yetişmiş kimselerden bazen tepki bile alabilir. Alışılmış maddî kalıplara sığdırılamayan, pragmatist telakkîlerle bağdaştırılması mümkün görülmeyen hasbî davranışların arkasında art niyetler arandığı bile olmuştur. Fakat inkâr edilmez bir gerçektir ki hâlisâne bir niyetle yapılan fedakârlığın bazılarınca tahlîli zor da olsa toplum üzerindeki te'sîrinin çok derin ve kalıcı olduğu şüphesizdir. Ebediyete yönelik ulvî bir gâyenin rûhânî etkilerini insan, âdetâ rûhunun derinliklerinde hisseder. Fedakârlık yapmak "Evliyânın, yani gerçek hak dostlarının söz ve menkıbelerinde rabbânî te'sîr vardır" sözünün manâ ve hikmeti çok düşündürücüdür. Cenâb-ı Hak sevdiklerine büyük ihsanlarda bulunmaktadır. Nefsin aşağılık tutkularından kurtulmuş, olgunlaşmış bahtiyar insanlara ilâhî ikram olarak nice kerametler lutfedilmiştir. Fakat Hak dostları hiçbir zaman kendilerinde bir varlık görerek keramet gösterisine yeltenmemiş, aksine beşerî kemâlin en unutulmaz ferâgat, îsâr ve ihsan örnekleriyle insanlara önderlik etmişlerdir. Gösterilen fedakârlıkların akıl ve mantık çerçevesinde belli ölçüde izahı yapılabilir. Meselâ, çok cimri ve haris birisi ciddî bir hayatî tehlike söz konusu olduğunda o tehlikeyi bertaraf edebilmek için canı kadar sevdiği malını fedâ edebilir. Sözgelimi tedâvî olması gerekiyorsa gerekli masrafları pekalâ göze alabilir. Vücudundaki bir illetin hayatını tehdit etmesi hâlinde malından da çok sevdiği bir organını, meselâ parmağını, elini veya ayağını gözden çıkarmakta tereddüt göstermez. Maddeci menfaat anlayışı, onun ancak bu noktaya kadar uzanabilen bir fedakârlık anlayışına izin verebilir. Fakat meselâ vatan, millet, ahlâk ve namus uğrunda canını fedâ etmenin materyalist zihniyet ve literatürde izahı yoktur. İmansız insana şehitliğin manâsını anlatamazsınız. Kendisi muhtaçken kardeşi adına fedakârlıkta bulunma anlamına gelen yüce haslet "îsâr"ı anlatamadığınız gibi...