Kur'ân-ı Kerîm'de insanın yapısındaki temel karakteristik (belirgin özellik) onun çok insafsız ve cahil olduğunu belirleyecek şekilde tanımlanmıştır. Tabîî insanlardan sayıları fazla olmamakla beraber bu zulüm ve cehaletten arınmayı başararak insaf ve irfan nûruyla zihnini ve gönlünü aydınlatabilmiş bahtiyarları göz ardı etmemek gerekir. Bunlar, Allah'ın insana en büyük ihsanlarından olan akıl ve irade gücünü peygamberlerin aydınlattığı istikamet ve doğrultuda en faydalı ve olumlu şekilde kullanabilen müstesnâ şahsiyetlerdir. İnsan, değerini takdir edemeyeceği, mevcut beşerî imkânlarının tamamını seferber etse de karşılığını ödeyemeyeceği öyle muazzam ve harika ni'metlere sahiptir ki bunları belli bir çerçeveye sığdırmak mümkün değildir. Başlı başına çok esrarengiz (gizemli) ve karmaşık bir özelliğe sahip olan hayat ni'meti bütün bu dünyevî imkânların en önemli ve değerlisi olarak görülür. Gerçekten dünyadaki diğer bütün ni'metler hayat sayesinde anlam ve değer kazanmaktadır. Sözgelimi; ölülerin bedenî gücünden, akıl ve dirâyetinden söz etmek hangi aklı başında insana mantıklı ve anlamlı gelebilir? Fakat gelin görün ki, insanın hoyratça ve sorumsuzca israf ettiği sayısız imkânlar belli bir listeye sığdırılamazken o hâlâ umursamaz bir vurdumduymazlıkla gününü gün etmenin şuursuz sarhoşluğu içinde nankörlük ve cehalet karanlığında bocalamaktadır. Bu cehalet ve nankörlükten dönüş yapmadığı takdirde kendisini bekleyen korkunç âkıbetin ürkütücü pençesine her geçen gün maâlesef biraz daha yaklaşmaktadır. Çözüm üretilemez Kendisine bahşedilen hayat imkânlarıyla insanlık şeref ve haysiyetini en doruk noktalara yükseltmesi beklenirken aşağılık duyguların esaret ve tutkusuna kapılarak akıl almaz arzu ve eğilimlerle nefsin kölesi hâline gelerek zillet ve rezalet bataklıklarına saplananlar aslında çok ucuza ve hattâ boşu boşuna elden çıkardıkları yaşama ni'metinin hiçbir bedeli olamayacağını işin başında olmasa bile içinde yaşadıkları nice ibretli hayat serüveninden çıkaracakları derslerle belli bir şaşkınlık ve kararsızlığın akabinde düşünmeleri gerekmez miydi? Dünyanın en güçlüleri bile ellerindeki müthiş maddî güç ve otoriteye rağmen ilâhî takdirle noktalanacak hayatlarını yeni baştan kazanabilmek için şimdiye kadar hiçbir çare ve çözüm üretememişlerdir. Bu, tarih boyunca böyle olduğu gibi bundan böyle de ayni minval üzere devam edecektir. Dînimizde insanın en önemli vazifesi, ilâhî bir emanet olan hayatı en ciddî ve akıllı şekilde korumaktır. İnsan kendi hayatı konusunda gösterdiği dikkat ve sorumluluğu diğer insanlar için de aynı şekilde göstermek zorundadır. Kur'ân-ı Kerîm'de hiçbir ciddî ve geçerli bir sebep ve gerekçe olmaksızın herhangi bir kimsenin hayatına kast edenler, işledikleri bu korkunç cinayeti bütün insanlığa karşı irtikâp etmiş gibi gösterilmektedir. İnsana verilen bu değer, üzerinde çok ciddî değerlendirmeler yapılması gereken çok önemli bir ölçüdür. Ayrıca aynı âyet-i kerîmenin devamında ise herhangi bir kimsenin hayatta kalmasına katkıda bulunan veya onu hayatî bir tehlikeden kurtarmaya çalışanlar da bütün insanlığa hayat vermiş gibi değerlendirilmiştir. (Bkz. el-Mâide, 32) bu çok anlamlı ve evrensel hüküm doğrultusunda insan hayatını korumaya yönelik çok ciddî yaptırım ve sorumluluklar düzenlenmiştir. Dînimizin günlük hayatı ilgilendiren ibadet ve ahlâk kurallarında bu düzenleme ve uygulamanın çok çarpıcı örneklerini görmekteyiz.İslâm fıkhında ibadetlerin bedenî sağlık ve selâmet şartı gerektiren uygulamalarında en yetkili merciin "Tabîb-i Müslim-i Hâzık" yani din ve imandan nasibi olan kısacası inançlı mütehassıs (uzman) hekim olduğu çok açık şekilde belirlenmiştir. İslâm tarihi boyunca müslümanların pozitif bilimler dalında gösterdikleri üstün performans özellikle tıp dalında bu anlayış ve telâkkînin de etkisiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Günümüzde hastalıklarla mücadele, sağlık ve hijyen şartlarının en ideal boyutlara taşınması konusunda yürütülen tıp çalışmalarına her türlü maddî ve bilimsel katkı sağlamak insanlığa ve müslümanlığa karşı ifâ edilecek en önemli hizmetlerdendir. Faydalıyı yapmak İnsanlar, bu önemli çalışmalarla belki daha sağlıklı ve elverişli hayat imkânlarına ulaşacaklardır. Fakat hiçbir zaman mukadder âkıbetten kendilerini kurtarma imkânı söz konusu olamayacaktır. Yani kısacası insanların ölüme çare bulması mümkün değildir. Öyleyse insanın en önemli vecîbesi; ölüm ve hayattaki en ciddî hikmet ve espriyi yakalayabilmektir. Bunun özlü ve çarpıcı ifadesini Mülk sûresinin ikinci âyet-i kerîmesinde görüyoruz: "Yüce Allah ölümü ve hayatı dünyada hanginizin en güzel ve mükemmel işi başarabileceğini ortaya çıkarmak için yarattı." Hangi noktada veda edeceğimizi bilemediğimiz dünya hayatında olabildiği ölçüde en iyi ve faydalı olanı yapmanın azim ve gayreti içindeysek mutlaka dünyamız da âhıretimiz de aydınlanmış demektir.