Peygamber Efendimiz "İslâmiyet çok yücedir, hiçbir görüş, kanaat ve sistemden geride ve ikinci bir planda kalmaz" buyurmuşlardır. Onun büyüklüğü, gücünü ve güzelliklerini bizzat Cenâb-ı Hakk'tan almış olmasından kaynaklanmaktadır. İslâmiyet'in sûret ve hakîkatini, görünüşünü ve aslını belli seviyede anlayabilenler, onun birtakım destek ve payandalara hiçbir şekilde ihtiyacı olmadığını çok açık olarak görürler. İslâmiyet'i değerlendirmek için onu mîzâna koyanların kriter (kıstas, ölçü) olarak tartışma konusu yapacakları en önemli unsurlar Kur'ân-ı Kerîm ve Hazreti Peygamberdir. Kur'ân-ı Kerîm, İslâmiyet'in din olarak ihtivâ ettiği (içinde bulundurduğu) bütün temel prensipleri çok programlı ve sistemli olarak ortaya koymuştur. İmkânsız ama biz varsayalım ki İslâmiyet'te sözüm ona bir yanlışlık ve eksiklik iddiası gündeme getirilse bunu dînin temel kaynağı olan Kur'ân'dan soyutlamak, onun ilgi sahasının dışında kabul etmek düşünülemez. Bu bakımdan bu kabil iddiaların doğrudan doğruya Kur'ân-ı Kerîm'i ilgilendirdiği inkâr edilemez. Onun için objektif bir değerlendirme yapabilmek maksadıyla eleştirme çalışmalarına Kur'ân-ı Kerîm'den başlamaya zarûret vardır. Kutsal kitabı yüceltmek Asırlardan beri Kur'ân-ı Kerîm'e yönelik çok çeşitli maksatlarla binlerce inceleme ve araştırma yapılmıştır. İnsaf ve hakkaniyet ölçülerini feda etmeyen dürüst ve şahsiyetli bilim adamları belki çok değişik amaçlarla başladıkları araştırmalarını tamamladıklarında hakkı teslîm ederek Kur'ân-ı Kerîm'i tebcîl etmeyi (yüceltmeyi) vicdanî ve insanî bir haysiyet mes'elesi olarak görmüşler, tarih huzurunda çok önemli bir ilmî sadakat gösterisinde bulunmuşlardır. Fakat ilmî dürüstlük ve sadakat yoksunu, art niyetli ve fanatik İslâm düşmanları kaynakları pervâsızca tahrîf ederek temel verileri ters yüz etmek sûretiyle çok seviyesiz bir karalama faaliyeti ile tarihe ilim canileri olarak tescîl edilmenin şerefsizliğini yüklenmişlerdir. Kültür tarihimizin uzak ve yakın geçmişinde bunlarla ilgili nice yüz kızartıcı belge gösterilebilir. Kur'ân-ı Kerîm'e yönelik aşağılayıcı emeller taşıyan hasmâne, düşmanca girişimlerin hüsranla sonuçlanması aslında kaçınılmaz bir âkıbettir. Çünkü Kur'ân bizzat kendi metni içinde "Allah kelâmı en üstün ve en yüce sözdür" (et-Tevbe, 40) meâlindeki âyet-i kerîmeyle Kur'ân-ı Kerîm'e galebe çalınamayacağını, ona hiçbir şekilde üstünlük sağlamanın mümkün olmadığını ilân etmiştir. Ayrıca "Eğer Kur'ân Allah'tan değil de başkalarından kaynaklanan bir söz olsaydı onda pek çok çelişki ve anlaşmazlık unsuru bulurlardı" meâlindeki âyet-i kerîme Kur'ân-ı Kerîm'in üstünlük ve kudsiyetinin gerçek kaynağını açıkça belirlediği için, onu aşağılamaya imkân bulunmadığını göstermektedir. Bir benzeri daha yoktur Kur'ân-ı Kerîm'in ilâhî menşe'li (kaynaklı) olmasının en önemli belge ve delillerinden biri de onun i'câz vasfıdır. Yani Kur'ân âyetlerinin bir benzer ve dengini yapabilmek, söyleyebilmek insan gücünün sınırları içinde düşünülememektedir. Tarih boyunca girişilen çeşitli denemeler akametle, başarısızlıkla sonuçlanmış ve Kur'ân'ın eşsizliği dost-düşman herkes tarafından ister istemez kabul ve itirafa mazhar olmuştur. Bütün bu insan güç ve takatinin üstündeki istisnâî (görülmemiş) özellikleri yanında üslûp, takdîm tarzı, derin ve geniş muhtevâ, ilmî gelişmeler açısından yüzyılları kucaklayan harika bir perspektif, ilmin en iptidâî basamağından en ileri kademesindeki bilim adamına kadar bütün tefekkür dünyasının 15 asırdır dikkatini diri tutan bir canlılık ve dinamizm Kur'ân-ı Kerîm'in en çarpıcı özellikleridir. Dünya kütüphanelerini dolduran çeşitli dillerde yazılmış binlerce, onbinlerce cilt kitap, inceleme ve araştırma bunun en inkâr edilmez belgeleridir. İslâmiyet'i tartıya koyanların ikinci olarak ele aldıkları Hazreti Peygamberin (s.a.v.) Müslümanların ahlâkî, manevî, ilmî, insanî, ictimâî (sosyal) hayatına gerek teorik (nazarî) gerekse pratik anlamda nasıl muhtevâ ve şekil kazandırdığı ilim ve insaf erbâbı objektif araştırıcıların kabul ve tasdîkiyle tarihe geçmiştir. Müslümanlar onu sadece dînî bir lider ve önder olarak değil; gönül dünyalarının ışıltısı bir sevgi ve insanlık güneşi olarak ruhlarının en değerli köşesine yerleştirmişlerdir. Hal böyle olunca bir Müslümanın dînini yüceltmek için kesinlikle dışarıdan bir itici güçle daha da takviye görmesine herhangi bir ihtiyaç yoktur. Bazıları doğru dürüst tahkîk edilmemiş, doğruluğu test edilmemiş, çeşitli sansasyonel (merak, tecessüs ve heyecan uyandıran) ve şok haberler yayınlıyorlar. Böylece kamuoyunda yeni açılımlara yol açabilir, özellikle İslâmiyet'e bîgâne (uzak ve yabancı) kalmış bazı kesimlere mesaj olur ümidiyle yayınlar yapıyorlar. Meselâ, 1969 yılında aya ilk defa ayak basanlardan olduğu için kamuoyunun çok iyi tanıdığı Amerikalı astronot Neil Armstrong için bir ara konferans vermek maksadıyla Kahire'ye gittiği ve oradaki konferansı esnâsında ezan sesleri duyunca aynı sesleri ayda da işittiğini, bunun ezân-ı Muhammedî olduğunu öğrenince de büyük bir heyecan ve hulûs içinde kelime-i şehadet getirerek Müslümanlığını ilân ettiğini âlâyı vâlâ ile yayınlayarak İslâmiyet'e büyük ve feyizli (!) bir propaganda imkânı sunduğunu zannedenler aslında dînimizi yüceltmekten çok ona buhtanda bulunmuş oluyorlar. Çünkü İslâmiyet'in bir kere aslı araştırılmadan piyasaya sürülmüş bir düzmece haberle yüceltilmeye hiçbir şekilde ihtiyacı yoktur ve bu aslında ona büyük bir kötülük ve iftiradır. Sorumluluk sahibi olmak Nitekim o sıralarda Amerika'dan bir arkadaşımın gönderdiği "Reader Digest" isimli İngilizce periyodikte büyük bir hayretle gördüm ki adı geçen astronot Neil Armstrong, kendisi hakkında bahsi geçen iddiayı büyük bir şaşkınlıkla karşıladığını, çünkü kendisinin başına anlatılan olayların hiç birinin gelmediğini ve kendisinin de Müslüman olmayı düşünmediğini söylüyordu. Temennîmiz keşke böyle talihsiz bir vesîleyle olumsuz bir demeç vermeye mecbur kalmaması ve İslâmiyet'in gerçek yüceliğini anlayabileceği ibretli ve hakikî olaylarla karşılaşarak samimî şekilde Müslüman olmasıdır. Allah bize dînimize hizmet ederken akıl, insaf, dikkat, ilim ve sorumluluk içinde bulunma şuur ve arzusu bahşetsin!