Nefis üzerine

A -
A +

Yetişkinlik dönemine girdiğimiz andan itibaren yüklendiğimiz nefis terbiyesi görevini aklımız başımızda olduğu müddetçe ölünceye kadar hiç mola vermeden büyük bir uyanıklık içinde sürdürmek zorundayız. Aksi takdirde telâfîsi imkânsız durumlarla karşı karşıya kalınması kaçınılmaz hâle gelebilir. Elbette ki insanın nefsiyle mücadele ederken, onun uygunsuz istek ve ısrarlarına direnirken sarsıldığı, hattâ zaman zaman yenik düştüğü de olacaktır. Ama önemli olan prensipte nefse değer hükümleri konusunda teslim olmamaktır. Onu temelde haklı görmemektir. Yoksa insanı bütün beşerî kusur ve zaaflardan arınmış olarak düşünmek, onun insanlık yönünü inkâr anlamına gelir. Bilindiği gibi yüce Allah, insanı meleklerden farklı yaratmış, onda hem günah ve isyana hem de itaat ve fazilete elverişli kabiliyet ve potansiyeli birlikte yerleştirmiştir. (bkz. eş-Şems 8) İtaat yolunda ilerlemeyi hedefleyen ve hayatını bu amaca programlayanlar, Kur'ân-ı Kerîm'in ifadesiyle en yüce övgüye lâyık görülen müttekîlerdir. "Müttekîler" kötülüğün her çeşidinden olabildiği ölçüde sakınan, mevcut güç ve yeteneklerini tamamen iyi ve faydalı olanı gerçekleştirmeye yönlendiren kişilerdir. İşte bunlar Allah katında insanların en değerlisi sayılmıştır. (bkz. Hucurât 13) Âyet-i kerîmede değer hükmü ifade eden kelimeler süperlatif (en üstünlük) sîgasıyla belirtilmiştir. Yani müttekîlik yolunda en yüksek performansı gösterenler Allah katında en üstün dereceyi elde edecektir. Yer ve göklerin genişliğine denk sayılabilecek ölçüde muazzam cennetlerle ödüllendirilecek bu bahtiyar insanların yani müttekîlerin çeşitli nitelikleri yeterince detaylı bir şekilde bize tanıtılmıştır. İşte bu kutlu insanlar, nefis terbiyesinde başarıyı yakalama mutluluğuna eren kişilerdir. Hatayı farketmek İnsanı hem iyi hem de kötü yönleriyle en gerçekçi ifadelerle tanıtan Kur'ân âyetleri, "müttekîler"in de ayaklarının sürçtüğünü, zaman zaman onların da zaaflarına yenik düştüklerini çok net ifadelerle ortaya koymaktadır. Âl-u İmrân sûresinin 133. âyetinin sonundaki "li'l-müttekîn" diye geçen Allah'ın bu has kullarının vasıf ve özellikleri müteakip âyetlerde sırayla belirtilirken 135. âyet-i kerîmede "Onlar, utanılacak, yüz kızartacak çirkin bir iş yaptıklarında ve nefislerine zulmettiklerinde Allah'ın huzurunda verecekleri hesabı düşünüp de -Allah'tan başka günahları affedecek kimse yoktur- gerçeğinden hareketle hemen Allah'tan bağışlanmalarını isterler. Onlar işleme gafletinde bulundukları çirkin işte ısrarcı olmamayı da kendilerine görev bilirler." denilmektedir. Demek ki önemli olan hatâ işleyenin peşînen yanlış yaptığının farkına varması, sonra da ondan vazgeçmesi ve tekrar aynı hatâya rucû' etmemesi ve onda direnmemesidir. Günah ve isyan, ister büyük olsun ister küçük olsun bunlarda ısrarın sonu mutlaka hüsrandır. Bu bakımdan Allah'ın has kulları günah işleseler de zaman geçirmeden tevbe etmeyi kendilerine görev bilmişlerdir. Zira küçük günahlarda ısrarın daha büyüklerine, büyük günahlara devamın ise -Allah korusun- inkâra zemin hazırladığı bildirilmiştir. Hadîs-i şerîflerle te'yît edilen bu gerçek, insanın psikolojik yapısıyla tam tamına örtüşmektedir. Gerçekten insan vicdanını rahatsız eden yanlışlıklar tekrarlandıkça insanın iç dünyasında başlangıçta olduğu kadar etkili olmamaya başlar. İşte bu, insanın şerre boyun eğişinin en hazin ve acı belirtisidir. Hz. Mevlânâ: Vay ân ki akl-i û mâde buved Nefs-i zişteş ner-u âmâde buved "Yazıklar olsun o kişiye ki, onun akıl ve iz'ânı gücünü yitirmiş, pis ve kötü nefsi azgın ve egemen hâle gelerek onun kişiliğine yön verme durumuna geçmiştir" derken bu gerçeği çok veciz bir ifadeyle dile getirmiştir. Kılavuzlara uymalıyız İnsan nefsinin bitip tükenmek bilmeyen heves ve istekleri, doymak bilmeyen hırs ve tamahı vardır. Ama ona bütün bu nefsânî davâsının temelsizliğini haykıran aklı, iz'ânı ve vicdanı da vardır. Ayrıca ona bu konuda yol gösteren şaşmaz kılavuzlar, onun hayatında her zaman gerçek anlamda mutluluk iksîri olmuştur. En çaresiz ve ümitsiz zamanlarında onu taptaze şevk ve heyecanlarla tekrar hayata döndürmüştür. Önemli olan nefsin pis emellerinin zulmetli labirentlerinde yolumuzu kaybetmemektir. Yoksa insan hiçbir zaman modern psikanalizmin önderi sayılan S. Freud'un dediği gibi tepeden tırnağa libidoların, şehvet dürtülerinin esiri olan, erdem ve yücelik sayılan üstün niteliklerinin bile temelinde bilinçaltı bastırılmış duyguların süblimasyonunu yansıtan iğrençlik timsali aşağılık bir varlık değildir. Zaaf ve kusurları olsa da insan eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en üstünü) olabilmenin de potansiyeliyle yüklü değerli bir varlıktır. Yeter ki kendisini ve Rabbını olabildiğince tanıyabilmiş olsun.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.