Müslüman hüsn-i zan sahibi olmalıdır, olayları hayra, iyiye yormalıdır. İslâm âlimleri, "Bir Müslümanın bir sözünden veya bir işinden yüz şey anlaşılsa, bunlardan doksandokuzu küfre sebep olsa ve biri Müslüman olduğunu gösterse, bu birşeyi anlamak, ona kâfir damgası vurmamak lâzımdır" buyurmuşlardır. Kişi Müslümana sû-i zanda bulunduğu gibi, Allahü teâlâya karşı da sû-i zanda bulunabilir, bundan da çok kaçmalıdır. Meselâ, günâhının affolunmayacağını zannetmek, O'na sû-i zan olur. Allahü teâlâ, şartlarına uygun tövbe yapılınca, her türlü günâhı muhakkak affeder. Dilerse, küfürden başka günâhları tövbesiz de affeder. Hadîs-i kudsîde, (Kulum beni nasıl zannederse, ona zannettiği gibi muâmele ederim) buyuruldu. Kabûl edeceğini ümit ederek tövbe edeni affeder. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâya hüsn-i zan ediniz!) (Allahü teâlâya hüsn-i zan etmek, ibâdettir.) (Kıyâmet günü, Allahü teâlâ bir kulunun Cehenneme atılmasını emreder. Cehenneme götürülürken arkasına dönerek, "Yâ Rabbî! Dünyada sana hep hüsn-i zan ettim" deyince, "Onu Cehenneme götürmeyiniz! Kulumu bana olan zannı gibi karşılarım" buyurur.) Peygamber efendimiz, ölüm halinde olan bir gence sordu: - Kendini nasıl buluyorsun? - Günâhlarımdan korkuyor; fakat Allah'tan ümit kesmiyorum. Peygamber efendimiz: - Bu korku ile ümit, şu ölüm ânında kimde bulunursa, Allahü teâlâ ona umduğunu verir ve onu korktuğundan emîn kılar, buyurdu. Mü'minleri haram işleyici, yâni fâsık zannetmek sû-i zan olur. Bu sû-i zan haramdır. Haram işlediğini öğrenerek, bilerek onu sevmemek, sû-i zan olmaz. Buğd-i fillah olur, sevâb olur. Din kardeşinin ayıbını görünce, ona hüsn-i zan etmeli, te'vîline çalışmalıdır. Onu ıslâh etmelidir. Kalbe gelen düşünce, sû-i zan olmaz. Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez Zan etmek, yâni kalbin o tarafa kayması sû-i zan olur. Fâsığa sû-i zan câiz olmadığı gibi, sâlih kimseye sû-i zan asla câiz değildir. Müslümanın ömrünün sonlarına doğru, öleceği zaman Allahü teâlâya hüsn-i zannı daha kuvvetli olmalıdır. Yâni (Ben her ne kadar günâhkâr isem de Allahü teâlâ beni affeder) diye ümit etmelidir! Nitekim hadîs-i şerîflerde şöyle buyuruldu: (Allahü teâlâ buyurdu ki: Ben kulumun zannı üzereyim. Beni nasıl zannederse öyle bulur.) (Yâni Allah beni affeder diye ümit ediyorsa onu affederim. Benden ümidini kesmişse, ben mutlaka Cehennemliğim diyorsa Cehenneme gider.) Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek ise insanı Cehenneme götürür. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki: (Kötü zanda bulundunuz. Bu yüzden helâke mahkûm bir kavim oldunuz.) (Rabbinize karşı beslendiğiniz [ümitsizliğiniz, kötü] zannınız sizi helâk etti.) Kâdı Yahya bin Eksem hazretleri vefât edince, rüyâda görüp halini sordular. O da, Allahü teâlâ bana, "Ey ihtiyar, bu halin nedir?" diye beni azarlayınca beni büyük bir korku kapladı. Ben de, "Yâ Rabbî, bana dünyada böyle bildirmediler." dedim. "Nasıl bildirdiler" buyurdu. Ben de râvilerin ismini sayarak, "Ben Müslüman olarak saçı sakalı ağaran kuluma azâb etmekten hayâ ederim." buyurduğunu bildirdiler, dedim. "Sen ve râviler sâdıksınız. Ben de seni magfiret ettim." buyurdu. İsrailoğullarından biri, insanları Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe düşürür, onlara hep zorluk gösterirdi. Kıyâmet günü Allahü teâlâ bu kimseye, (Sen kullarına rahmetimden ümit kestirdin. Bugün sen de rahmetimden mahrum kaldın.) buyurdu. Müslüman, sû-i zan sahibi değil, hüsn-i zan sahibi olmalıdır. Hüsn-i zan, sû-i zannın tersidir. Bir kimseyi iyi zannetmektir. Hüsn-i zan edileceklerin başında Allahü teâlâ gelir. Hadîs-i şerîfte, (Allahü teâlâya hüsn-i zan etmek ibâdettir.) buyuruldu. Allahın rahmetinin, affının bol olduğunu bilmelidir. Günâhlarımız çok olsa da Allahü teâlânın affedebileceğini düşünmek hüsn-i zan olur. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki: (Ey günâhı çok olan kullarım, Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah günâhların hepsini affeder. O sonsuz magfiret ve nihâyetsiz merhamet sâhibidir.) Elbette bu günâhların içinde şirk, küfür yoktur. Âhırette Allahü teâlâ dilerse her günâhı affedeceğini fakat şirki, küfrü asla affetmeyeceğini bildiriyor. Dünyada iken şirkten, küfürden tövbe edeni de affeder. İmânsız olarak öleni ise asla affetmez. Bir islâm âlimi, ders verirken talebelere "Alâmetlere bakarak bir hâdise hakkında kat'i hüküm vermek doğru değildir. Bundan kaçının!" diyerek şöyle bir misâl verdi: İnsanlar hakkında hüsn-i zanda bulunmak "Evinize girerken, bir köpeği, burnunda yoğurt bulaşığı olduğu halde evden çıkarken görseniz eve girildiğinde de yoğurt çanağında köpeğin burnu girecek kadar oyuk olsa, yine de bizzat görmediğiniz için veya gören olmadığı için "Muhakkak bu köpek bu yoğurda burnunu sokmuştur." diye kat'î bir hükümde bulunmayın!." Müslümanın hüsn-i zannı şöyle olmalıdır: Bir çocuk gördüğü zaman, bunun günâhı yoktur, benim günâhım çoktur. Binâenaleyh bu çocuk benden daha fazîletlidir, demelidir. Bir yaşlı Müslüman gördüğü zaman, bu benden daha fazla ibâdet eylemiştir, binâenaleyh benden daha fazîletlidir, demelidir. Bir islâm âlimi görünce, ben câhilim, bu benden ziyâde âlimdir, öyle ise, benden daha fazîletlidir, demelidir. Bir câhil görünce, bu bilmeden günâh işler. Fakat ben bilerek işlerim, öyle ise, bu benden efdaldir, demelidir. Bir kâfir görse, olur ki, dünyadan îmân ile gider. Benim îmânla gidip gitmeyeceğim ise belli değildir. Şu hâlde, benden daha fazîletli olabilir, diye düşünmelidir!