Sağlıklı düşüncenin dindeki yeri

A -
A +

Düşünen, aklını kullanmasını bilen, olaylar hakkında dengeli ve tutarlı değerlendirmelerde bulunarak sözlerini ve hükümlerini belli bir esas çerçevesinde sistemleştiren kimseler, hemen hemen bütün toplumlarda itibarlı ve saygıdeğer şahsiyetler olarak yüceltilmiştir. Düşünme yeteneğini geliştirememiş, sadece fizik ve fizyolojik içgüdülerinin (insiyaklarının) yönetiminde hareket eden, belli etkiler karşısında önceden programlanmış tepki ve davranışlar sergileyenler ise hiçbir zaman ciddiye alınacak kimseler olarak görülmemiştir. Böylelerine genellikle basit ve ilkel insan gözüyle bakılmıştır. Tarih boyunca insanların yücelttiği düşünür ve filozoflar düşünceyi varoluşla eşdeğerli saymışlardır. Ünlü filozof Descartes "düşünüyorum, öyleyse varım" derken düşünmenin varoluşun en önemli belirtisi olduğunu vurgulamak istemiştir. Din düşünceye ket vurmaz Batı normlarına göre bilimsel anlamda eğitim gördükleri inanç ve iddiasında olanlar büyük çoğunlukla düşünmenin metafizik konulara prim vermeyen, sadece pozitif araştırmaların mahsûlü sayılabilecek bilimsel ortamlarda oluşup gelişeceğini, dînî ve manevî konuların ise düşünceye pranga vuran, sınırlayıcı ve yasakçı anlayışı davet edeceğini zannederler. Halbuki durum onların sandığının tam tersidir. Ama gelin görün ki dîni aslî ve temel kaynaklarından araştırıp gerçek vechesiyle tanıma zahmetine katlanmayan bu ilerici (!) beyler bilimselliği kimseye bırakmak istemeseler de anlamsız bir ön yargıyla (peşin hükümle) dînî ve manevî kaynakları günümüzün yaygın tabiriyle yargısız infaza tâbi tutmakta, acımasızca mahkûm etmektedirler. Birazcık insaflı davranıp tarihe şöyle bir göz atmış olsalardı insanlık tarihi boyunca düşüncenin insanların manevî dünyasında da en mutenâ ve değerli yeri işgal ettiğini görebilirlerdi. Sözlüğünde ve kültür birikimi içinde düşünme kavramı olmayan bir medenî topluma rastlamak mümkün değildir. Bu tarihî gerçeğe paralel olarak son ve en mükemmel din olan İslâmiyet'in düşünme ve akıl yürütme konusundaki görüş, emir, tavsiye ve telkinlerini duyanlar peşin ve aceleci karar ve hükümlerin kendilerini düşürdüğü hacil ve mahcup durum dolayısıyla yaşadıkları rûh hâletinin bunaltıcı baskısı altında ezileceklerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de "düşünmüyor musunuz, aklınızı çalıştırmıyor musunuz, anlamıyor musunuz..." ve benzeri gibi hitaplarla defalarca uyarılan insanlar ısrarla düşünmeye, tefekkür ve muhakemeye, sağlıklı ve sağlam değerlendirmelerde bulunmaya çağrılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'in telkin ettiği düşünme anlayışı insan hayatının bütün safha, hâl ve tecellîlerine sirayet ettirilmiştir. Kur'ân gerçek akıl sahiplerini "Onlar ayakta dururken veya yürürken, otururken veya yatıp istirahat ederken hep Allah'ı hatırlar, O'nun yüce sıfatlarını anarlar ve göklerin, yerin yaratılışını inceden inceye araştırarak tefekkürde bulunurlar da neticede yâ Rabbi, sen bütün bunları faydasız ve boş yere yaratmamışsın; sen çok yücesin, bizi gerçekleri göremeyen inkârcıların uğrayacağı cehennem azâbından sen koru Allahım" (Bkz. Âl-i İmrân, 191) meâlindeki âyet-i kerîmeyle nitelendirmiştir. Aslında İslâm dîni, aklı dindar olmanın temel şartı saymıştır. Kural olarak "aklı olmayanın dîni yoktur" prensibiyle aklın dindeki önemli ve vazgeçilmez rolü hiçbir tereddüt ve tartışmaya fırsat vermeyecek bir açıklık ve kesinlikle belirlenmiştir. Aklı nazar, istidlâl, muhakeme, sorgulama, araştırma gibi düşüncenin tümden geliş, tüme varış anlamındaki modern ve pozitif bilim anlayışının temelini kuran aslî unsurların bütün boyutlarıyla insan tefekkür dünyasına hâkim kılmaya çalışan bir sistemi yobazlık ve bağnazlıkla damgalayıp maneviyat düşmanı materyalist ve komünist felsefenin eğitim ve öğretim esaslarını şekillendiren "şartlanma" teorisine kucak açan telâkkîye ilericilik ve bilimsellik yaftası takmaya kalkmanın nasıl bir gayretkeşlik olduğunu tartışmak bile yersizdir. İnsandaki rûh, şuur ve düşünce gibi psikolojik özellikleri inkâr eden beşerî davranışları etki-tepki esasına dayandırılan reflekslerle açıklamaya çalışarak düşünceyi insan manevî dünyasından ve eğitiminden tamamen uzaklaştırarak insanı âdetâ robotlaştırma yoluna giren Rus psikoloğu İvan Pavlov, inkârcı doktrinini eğitimdeki temel görüşleriyle şekillendirmiştir. Pavlov'a göre "eğitim ve öğretim" şartlandırmadan ibarettir. Köpekler üzerine uyguladığı et ve zil varyasyonlarıyla ilgili denemelerinde tesbit ettiği şartlı refleksleri daha sonraları komünist militanlara uygulayarak bir davranış felsefesiyle insanlığın başına onulmaz dertler açmıştır. Evet, insan hayatında sosyal, ekonomik, siyasî, fizik, fizyolojik, psikolojik şartların hâsıl ettiği etkilerden ve bunlara cevap mahiyetinde gerçekleşen refleks ve tepkileri inkâr edecek değiliz. Yalnız insan psikolojisini bütünüyle bu reflekslerden ibaret görmenin anlamı yoktur. Başlangıçta köpek, kedi veya maymun gibi hayvanlar daha sonra da belli ideolojilerin fedai ve propagandisti olacak militanlar belli şartlarda belli mekanik tepki ve davranışlara şartlandırılarak sürekli telkin ve periyodik tekrarlarla zihinde yerleştirilen "tetik kelimeler" marifetiyle harekete geçirilmekte, ajite edilebilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm ise gerçek akıl sahiplerini "Onlar sözü dinleyip en güzel ve faydalı olanına uyarlar" (Bkz. ez-Zümer, 18) vasfıyla tebcîl etmiş, yüceltmiştir. Ciddî, sağlam ve güvenilir sonuçlara ulaşmayı dikkate almayan sorumsuz zan ve tahminlerin insanı gerçeklerle yüz yüze getirmesinin mümkün olmadığını vurgulayan Kur'ân, boş düşünce ve nefsânî tutkulara yönelik davranışları her fırsatta kınama konusu yapmıştır. (Bkz. en-Necm, 23) Hayâlperestlik ve ütopyaya değil gerçekçi anlayışa prim verilmiştir. (Bkz. en-Necm, 24) Aklı ve düşünceyi peygamberlerin ve Hak dostlarının edep anlayışıyla aşırılıklardan arındıran gerçek iman sahipleri, akıllı kalmanın ve akıllı ve düşünceli yaşamanın gerçek huzur ve mutluluğunu yakalayan bahtiyar kişilerdir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.