Tevekkül sözlükte vekil tutma, yerine koyma manâlarına gelir. Dînî bir terim olarak ise Allah'a dayanmak ve güvenmek demektir. İnsan rûhunun ilâhî kudretin sonsuz ve eşsiz desteğiyle kazandığı moral gücün doruk noktasına ancak tevekkülle ulaşılabilir. Gerçek tevekküle erenler maddî olayların boyutu ne olursa olsun kesinlikle zaaf ve inkisâra uğramazlar. Yalnız tevekkülde boş ve anlamsız bir güven değil sistemli, çalışkan ve dikkatli olmanın bütün şartları yerine getirilir. Kul olarak üstümüze düşeni en mükemmel anlamda ifâ edip sonucu büyük bir teslimiyetle Allah'tan beklemek esastır. Önce imtihana ciddiyetle hazırlanmak sonuçta ise başarıyı sadece Allah'ın lütuf ve inayetinden beklemek insanı hem huzura erdirir hem de boş gurur ve iddialardan korur. Şartlar yerine getirilmeli Hazreti Peygamber binit olarak kullandığı devesini ne yaptığını sorduğunda Allah'a tevekkül ve emanet ettiğini söyleyen kişiye "önce deveni bağla, sonra Allah'a tevekkül et" buyurmakla kulun nasıl bir tevekkül anlayışı içinde olması gerektiğini en veciz şekliyle ortaya koymuştur. İlk bakışta çok basit ve yüzeysel bir anlayış gibi görünen tevekkül gerçek anlamıyla kavranır ve hayata uygulanırsa insanlık âlemi için üstesinden gelinemeyecek problem ve sıkıntı kalmaz. Yeter ki tevekkülün zahirî ve manevî şartları gerektiği şekilde yerine getirilmiş olsun. SORU: Daha önce rivayet tefsîri konusuna kısaca temas etmiştiniz. Konuyu örneklerle biraz daha açıklamanız mümkün müdür? CEVAP: Rivayet tefsîrinde birinci yol Kur'ân-ı Kerîm'in yine bizzat Kur'ân âyetleriyle açıklanmasıdır demiştik. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz. Meselâ; Kur'ân-ı Kerîm'in En'âm sûresinde "İman edip de imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya işte onlar korkudan emin olacak ve gerçek hidayeti bulacaklardır" meâlindeki 82. âyet nâzil olunca Ashâb-ı Kirâm'dan bazıları âyette geçen "zulüm" kelimesini yorumlarken ciddî bir endişeye düştüler. Zulüm eğer günah ve isyan anlamına geliyorsa bundan kendini kurtarabilecek kimsenin olamayacağını düşündüklerini Hazreti Peygambere duyurdular. Bu sebeple söz konusu âyet-i kerîmenin kendilerini çaresizlik ve ümitsizliğe duçâr ettiğini ifade ettiler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber de âyette söz konusu edilen zulmün Lokman sûresindeki "şirk, büyük bir zulümdür" meâlindeki âyet delâletiyle şirk anlamına geldiğini bildirdiler. Hadîs-i şerîfle bildirildi Böylece Kur'ân'ın bir âyeti bir başka âyetle açıklanmış oluyordu. Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok âyet Hazreti Peygamberin sözlü ve fiilî açıklamalarıyla tefsîr edilmiştir. Meselâ; Kur'ân-ı Kerîm'de defalarca tekrarlanan "namaz kılınız" anlamındaki "akîmu's-salâte" emrinde kastedilen namazın nasıl kılınacağı "bende gördüğünüz gibi namaz kılınız" peygamber emriyle açıklanmıştır. Nitekim zekâtın da kırkta bir oranında verileceği husûsu hadîs-i şerîfle bildirilmiş ve tefsîr edilmiştir. İleride icâp ettikçe benzer örnekleri daha da çoğaltacağız.