Ticaret yapacaktınız da kim mâni oldu?

A -
A +

“Türkler askere giderdi. Gayrimüslimler askerlik yapmazdı. Büyük paralar kazanırdı” sözü sık ortalıkta dönüyor. İşin aslı öyle midir?

 

 

 

İş adamı merhum Vehbi Koç’un bir sözü bugünlerde sıkça dönüyor. Ankara’nın iyice bir tüccarının oğlu olan ve Musevi ortak alarak zenginleşmekte beis görmeyen Koç’un bu çok masum/millî görünen, ama aslında kötü bir ırkçı retoriğe dayanan sözü şöyledir:

 

“Türkler askere giderdi ölmeye, hasta olmaya. Gayrimüslimler bedel öder askerlik yapmazlardı. Her iş öbürlerinin elindeydi. Büyük paralar kazanır, en güzel yerlerde yaşarlardı. Biz de onlara hayran hayran bakardık.”

 

17 Mart 1923'te Mersin'i ziyaretinde, Gazi’nin Müdafaa-i Hukuk (CHP) merkezinde gayrimüslimlere ait düzgün kesme taş evleri göstermiş. “Bu evler yapılırken siz neredeydiniz?” diye sormuş. Mezitlili Hafız Emin’in “Yemen'deydik Paşam” diye cevap vermiş. Bu anekdot, yakın tarih literatüründe resmî ideolojinin bir tezahürü olarak kullanılır.

 

Naziler Yahudileri yemeden evvel, “Almanya’nın kanını emen sülükler” diye vasıflandırmıştır. Ötekini tasfiye etmenin en çok kullanılan sloganı budur: “Biz ölürken onlar servet sahibi oldular!”

 

 

Her Türk tüccar doğar!

 

 

Ticaret yapacaktınız da kim mâni oldu?

 

Anadolu sosyal tarihine dair tetkikler fazla olmadığı için, son zamanlardaki şovenist propagandanın da tesiriyle, gayrimüslimlerin ticareti sanki Müslümanların elinden zorla aldığı zannedilir.

 

Bir kere Türkler ticarete yabancı değillerdi. Hayvancılık ve ziraat hayatlarında mühim yer tutsa da Orta Asya’dan bu yana envaiçeşit ticaretle nam salmışlardı. Volga Bulgarları kürk ticaretinde ileri gitmişti. Avarlar tarihin bir numaralı altın tacirleriydi. Azerilerin ticari kabiliyetleri dillere destandı.

 

İslâm kültüründe ticaret övülmüştür. Osmanlı cemiyetinde ticaret Müslüman Türklerin elindeydi. En ufak kasabada bile rastlanan kapalı çarşılar, bedestenler, hanlar bugün bile göz kamaştırıcı mazinin şahitleridir. İcabında otoriteye baskı kurabilen Selçuklulardan kalma lonca teşkilatı, Türklerin ticarette söz sahibi olduğunun delilidir.

 

Deve kervanları Aydın’dan Van’a kadar mal taşırdı. Osmanlı tacirleri Venedik’ten Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada ticaret yapardı. Çok sayıda gemisi olan Türk tacirler vardı. 1621'de Venedik’te 120 tacirlik bir Türk ticaret odası (fondaco di turchi) vardı ve 2 asır faaliyet gösterdi.

 

Gayrimüslim vatandaşlardan ticaretle uğraşan azdı. Geniş arazilere tasarruf edemezlerdi. Maden çıkaramazlardı. Lüks hayat yaşayamazlardı. Memur, asker olamazlardı. Ganimet edinemezlerdi.

 

Çiftçi olmayanları, sarraflıktan duvar ustalığına doktorluktan demirciliğe kadar esnaflıkla meşgul olurlardı. Romanya’dan Mora’ya, Rumeli Hristiyanlarının tamamına yakını, Türklerin marabası idi. Yunan, Sırp ve Bulgar isyanlarının esas sebebi budur.

 

 

Kim tuttu elinizi?

 

 

Ticaret yapacaktınız da kim mâni oldu?

 

Ticarette geri kalmanın sebebi Türklerin cephelerde kırılması değildir. Bu, daha çok 1911-1922 arasına ait bir meseledir. Her devir aynı değildir. Türkler ticaret yapmak istese ellerini kim tutabilirdi?

 

1683’ten itibaren Rumeli’deki askerî mağlubiyetlerin verdiği psikoloji ile Türklerin beklenmedik ve anlaşılmadık şekilde içlerine kapanması, XIX. asrın başlarından itibaren ticarette gayrimüslimlerin öne geçmesiyle neticelendi. Bu asırdan sonra cenuptaki göçebe Türkmenlerin iskânı da Anadolu’da Türk ticarî hayatını zayıflattı.

 

Fransız ihtilalinin tesiriyle millet şuuru edinen gayrimüslimler, entelektüel olarak ilerlediler. Servetinden fazla harcamaya alışan Türkler israfa boğulurken, bunlar sermaye biriktirdiler. Tımar kaldırılınca, aşar ihalelerine girip zengin oldular.

 

Osmanlı ülkesinde ticaret yapan ecnebiler, kendi dinlerinden, kendi kültürlerine yakın, mesela içki içen kişilerle daha rahat münasebet kurabilmiştir. Hükûmetlerin ne yapacağı belli olmadığı için, milletlerarası anlaşmalarla bu tacirlere hususî statü tanıyıp himayelerine almıştır.

 

Ama Tanzimat’tan sonraki dışa açılma devrinde Türkler de dış ticareti ihmal etmediler. Mesela Afyon’un kasabalarında yurt dışına afyon ihraç eden Türk tacirleriydi. Kayseri, Eğin, Akseki, Sivrihisar, Kula, isimleri ticaretle nam salmış şehirlerdir.

 

 

Askere kim gider?

 

 

Klasik devirde zaten halkın askere gitmesi mevzubahis değildi. Ordunun bir kısmı profesyonel askerdi. Geri kalanı tımarlı sipahinin maiyetindeki eyalet askerleri idi. Ucunda ganimet bulunduğu için gözü kara gönüllüler askere gitmeye can atardı.

 

Vatan müdafaası dinî vecibe olduğundan gayrimüslim vatandaşlar askere alınmaz, 50 altın nakdî bedel öderdi. Mecburi askerlik 1826’dan sonra geldi. Asker sayısı bellidir. İhtiyaç kadar asker kurayla alınır. Son asırda azami 4 senedir. Nakdî bedel ödemek veya yerine birini göndermek imkânı vardır. Askerî muafiyetler fazladır.

 

Askerlikle pasifize edilen gençlerin nüfusa nispeti hakkında elde ciddi istatistikî bilgi yoktur. Böyleyken Türkler askere gittiği için ticaret yapamadı sözü havada kalır.

 

1909’da gayrimüslimler de askere alınmış, ama ellerine silah verilmeyip geri hizmetteki amele taburlarında istihdam edilmiş, çoğu bakımsızlık ve hastalıktan ölmüştür. Askerî mezarlıklarda yatan gayrimüslim Osmanlı askerleri az değildir. İttihatçılar vatan evlatlarını cepheye sürdüğünde, geride servet yapanlar yine parti kodamanı “Türkler” olmuştur.

 

 

Ben Artin miyim?

 

 

Son zamanlarda ticaretin Türklerce rağbette olmadığı, hatta hakir görüldüğü de hakikattir. Tüccardan biri bir kız istediğinde, babası, “Ben Gıvık (Kevork) gibi terazi altı yalayana kız vermem” demişti. Bir taşra beyi, yaramaz oğluna, “Bari manifatura dükkânımızda dur” dediğinde oğlanın cevabı enteresandır: “Ben Artin miyim, kumaş arşınlayayım?”

 

100 davarını satıp da manifatura dükkânı açan oğluna babası, “Kara gözlü sürmeli koyuncukları verdin de bu çaputları mı aldın?” diye sitem etmiştir. Oğul, bir sene içinde kârından 100 davar alınca babası “Aferin!” demiştir.

 

Hayvancılık bir numaraydı. Bir yere bağlanmayı icap ettirmeyen, kimseye eyvallah gerektirmeyen, kârlı ve şerefli bir işti. Sonra sırasıyla ziraat, sanat ve ticaret gelirdi. Bugün bile Türkiye’de ticaretin millî gelire nispeti çok düşüktür. Gayrimüslim kalmadığına göre suç kimindir?

 

 

Memur ol, sürün!

 

 

Sadece ticaret mi? Memurluk da serbest yaşamayı seven halkın tercih ettiği bir iş değildi. Emir altında, sınırlar içinde, mahdut bir gelirle, yeknesak hayat demekti. Babalar çocuklarına, “İt sürü, para kazan, emir altına girme!” diye nasihat ederdi.

 

XIX. asrın ikinci yarısına kadar fazla memur ihtiyacı da yoktu. Mektepler talebe bulamazdı. Bürokrasi güçlendikçe memur ihtiyacı arttı. Memurluk popüler oldu. Kızlar, bir kâtiple evlenme hayali kurardı. Memur iyi maaş alırdı ve emekliliği vardı. Artık “ölüsü para dirisi para” bir meslekti.

 

1897 Yunan Harbi’nden sonra memur maaşları azaldı, olanı da üç ayda bir verilmeye başlanınca, memurluk yine gözden düştü. Halk memurdan çekinir, ama için için onlara acırdı. Kimsenin almadığı kızı bir memura okuturlardı. Abdal bile oğluna, “Şu zurna çalmayı öğren, yoksa seni okutur, memur eder, sürüm sürüm süründürürüm!” demiştir.

 

 

 

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Ramazan27 Kasım 2024 08:53

Yazının başlığı hoş değil. Rahmetli Enver abimizin özellikle 20 Şubat döneminde önünün nasıl kesildiğini bilmiyor mu sayın yazar? Sokaktaki köftecinin bile dini inancına göre fişlendiği dönem olmadı mı?

Rasim Duman25 Kasım 2024 19:41

Vehbi Koç'un bu sözlerinin son zamanlarda sosyal medyada tedavüle sürülmesini, Koç'ların "mensubiyetlerini gizleme ve 'biz de sizdeniz' şeklinde görünme gayreti" olarak değerlendirirsek, galiba isabetli bir iş yapmış oluruz ; ne dersiniz, muhterem hocam ?

Yalınız Efe25 Kasım 2024 09:27

"Ucunda ganimet bulunduğu için gözü kara gönüllüler askere gitmeye can atardı..." diyorsunuz. Hiç de bile öyle değildir. Osmanlı'nın evlatları ganimet için değil, Allahü Teala rızası için, İslamiyyeti işitmelerine engel olan mel'unlarla cihad edip onlara İslamiyyeti tanıtmak için "gazaya" giderdi.