"Doğrusu çok şaşırdım tezatlara! Bu ne hâldir? Anlamadığım sır nedir? Mahzurlu değilse izah eder misiniz?"
Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, niçin geldiğini izah edip ev sahibiyle görüşmek istediğini söylemiş karşılayanlara. Haber verilmiş, müteakiben de içeri davet edilmiş. Ferah, oldukça süslü saray gibi bir odada dervişin arkadaşıyla tanışmış, selâmını söylemiş, sohbet etmişler. Bilhassa arkadaşının nasihat istediğini dile getirince o mübarek zat bir süre kalbine eğildikten sonra başını kaldırmış “Söyle ona dünyayı gönlünden çıkarsın...” demiş. Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, bu nasihate çok şaşırmış ama bir şey de diyememiş, vakit ilerleyince müsaade isteyip ayrılmış. Aynı yerlerden, yollardan geçerek tekrar kulübeye varmış. Derviş, gelecek cevabı çok merak ediyormuş. Hemen “O mübarek zat benim için ne dedi?” demiş, heyecanla cevabı beklemiş!
Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, merakla bekleyen dervişe demiş ki: “O Allah adamı dostun ‘Söyle ona dünyayı gönlünden çıkarsın’ dedi!” deyince, derviş bir “ah!” çekip bayılmış!.. Ayılınca Muhyiddin-i Arabi Hazretleri onun bu hâline pek hayret ettiğini, niçin üzüldüğünü sormuş “Ben bu işten bir şey anlamadım efendim! Sana ‘dünyayı gönlünden çıkarsın’ diyen zatın her tarafı dünyalık! Muhteşem binalarda, oldukça ihtişamlı, debdebeli bir hayat sürüyor, şaşaa içerisinde, nöbetçileri, hizmetçileri var. Senin gibi hiçbir şeyi olmayana da ‘Dünyayı gönlünden çıkarsın…’ diyor. Siz de onun nasihatine kahrınızdan ‘Ah’lanıp kendinizden geçiyorsunuz! Doğrusu çok şaşırdım tezatlara! Bu ne hâldir? Anlamadığım sır nedir? Mahzurlu değilse izah eder misiniz? Yoksa hepten aklımı kaybedeceğim!” demiş.
Derviş, yeniden derin bir “ah” çektikten sonra “Benimle o muhteremin arasında fark...” diye başlamış söze: “İşte siz de gördünüz, dünya adına neredeyse hiçbir şeyim yok, geçimimi dereden balık tutarak temin ediyorum, sazdan yapılmış kulübemde ise abdest almak için kullandığım tek servetim bir ibrik var, lakin ne zaman namaza dursam, zikre başlasam, ibadete yönelsem bütün varlığım olan o ibrik gelir, gözümün önüne dikilir. Ben de ‘Acep kaybolur mu? Yoldan geçen birisi alır mı?’ diye düşünürüm. Anlayacağınız, basit bir bakır parçası bile benim kalbimi devamlı meşgul etmeye yetiyor! O zat bir sürü dünya malına sahip iken hiçbir malı onunla Allahü teâlâ arasına girmiyor. Benim üç kuruşluk ibrik kalbime perde oluyor, Allahü teâlâ ile arama giriyor. Onun için o mübarek boş söylememiş, bu nasihate ihtiyacım olduğunu kerameten bilmiş...” demiş…
Bu samimi ifadeler, Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin gönlünde büyük fırtınalar kopmasına sebep olmuş. Malın, zenginliğin, paranın kalpte değil cepte, ihtiyaç duyulan yerinde olması lazım geldiğini anlamış. Belki de büyük veli olmasındaki ilk kıvılcım bu ibretlik hatırayla yakılmış ve ondan sonra da büyük makamlar, dereceler kazanabilmiş...
- !!!
- Şimdilik anlatacaklarım bu kadar. Ariflere tarif zaten lüzumsuz. Cümleten afiyet olsun güzel kalpli güzel insanlar.
- Afiyet olsun.
DEVAMI YARIN