Annemin ve babamın bu kadar rahat olmalarının altında benim bilemediğim bir şeyler vardı ama neydi?!.
Bazen düşünüyorum da en uzağında en tenhasında olmak lazım hayatın; bozulmuş, kokuşmuş, kirli kalabalıklara inat...
- Maalesef acı hakikatler. Herkes haklı bir biz haksızmış gibiyiz. Hatta suçlu olarak sokaklarda dolaşıyoruz başımız önde, oysa bir elbise ile kalp kırdın mı aynı elbise ile gönül al ki elbisen senden şikâyetçi olmasın… Gel de bu devir insanına anlat anlatabilirsen tabii.
- Nerede o basiret?
***
Nefise Doktor’umla uzun sohbet ettik, bu muhteşem binanın en seçkin odasında. Annem babam, benim bilmediğim başka malumatlara sahip olmalılar ki çok keyifliydiler. Oysa ilk dedikodular çıktığında eve gelmiş ortalığı velveleye vermiş, muhakemesiz infaza kalkışmışlardı. Bu kadar rahat olmalarının altında benim bilemediğim bir şeyler vardı ama neydi? Doktor’um, bir ara bana “Bak Jale Hanım senin de yakinen bildiğin Tolstoy ‘Kalbin yetmiyorsa sevmeyeceğin insanı yorma. Cesaretin yoksa, yürüyemeyeceğin yola çıkma!’ diyor...” dedi. Evliliğin, iş hayatının yolunda gidebilmesinin temel esaslarını anlattı. Onun özünün özü de “karşılıksız muhabbet…” olduğunun üstünü çizdi.
Bana göre zor bir hayat tarzıydı. Tek taraflı her şeyini ver, hiçbir şey de bekleme. Olacak şey değildi. Sonra büyüklerimizden misaller verdi. İslamiyet’in tarifini yaptı en kısa hülâsasını da: İslamiyet; tek kelimeyle “VERMEKTİR” deyip son noktayı koydu. “Hakiki Müslüman olacaksan, aklına gelebilecek; ana baba, evlat, eş dost, çevrende her kim varsa, o kimselerden bir şey beklemeyecek ve gücün yettiğince de yardım edeceksen mübarek olsun…” diyordu bütün samimiyetiyle.
Her zaman olduğu gibi mütebessim yüzüme baktı. “Bak Jale Hanım! Sırtındaki yükü paylaşabilirsin, aklındaki ağır fikri ifade edebilirsin, kalbindekileriyse, sessiz bir ACI olarak taşırsın, kimseye belli etmezsin. Paylaştığında o tılsım bozulmuş olur, vesselâm…” deyip sustu.
***
Sonra Tanju ayağa kalktı. Anneciğimden, babacığımdan müsaade istedi, elindeki kâğıdı okudu.
Celâliyle zâhir olsa, bu da geçer be yâ hû!
Cemâliyle âyan olsa, bu da geçer be yâ hû!
Bî karardır felek, daim döner durmaz bir an,
Dursa bir an, ne yer kalır ne gök kalır be yâ hû!
Kâhı zulmet, kâhı envâr, birbir ardın devreder,
Kâhı lütuf, kâhı kahır, O'ndan olur be yâ hû!
İmtihan için oluptur, daima neş'e, azâb...
Sen, ‘sen’i bilmek içindir, kahrı lütfu be yâ hû!
Fâniya vird-i daim et bu sözü her zaman,
Gece gündüz hatırından hiç çıkmasın be yâ hû!
***
Gönül sultanlarımızdan Hazreti Mevlâna buyurmuş:
Her şeye canını sıkma ey gönül!
Ne bu dertler kalıcı ne de bu ömür!
***
Ne olursa olsun, gönül ehli büyüklerden konuşmak rahmet olarak dönüp geliyordu soframıza. Onların seçilmiş örnek hayatları başımıza taçtı.
DEVAMI YARIN