İbrahim sevinmişti:
- Âmin, anacığım! Ne güzel duâ aldım! Küçük bir yardım dağ kadar duâ... Ben daha kazançlıyım. Allahü teâlâ sizden de razı olsun! O kadar büyütülecek bir şey değil anacığım, kim olsaydı yardım ederdi! İnsanlık ölmedi ya!
- Öyle ya insanlık ölmedi! A evladım, az bekle, sana bir şey vereceğim.
- Hiç zahmet etme!
- Bekle oğlum! Olmaz dedim, bekle!
- !!!
Ayaklarını sürüyerek evine giren kadıncağız, bir küçük yüreği karşılıksız bırakmak istemiyordu. Büyükler; hâl ve hareketleriyle çocuklara iyi örnek olmalıydı. Buna adı gibi inanıyordu. Bu saf, temiz kalpler; ileriyi düşünemeyen insanların hataları yüzünden kararıyor, soluyor, hepten kuruyorlardı. Yaş ilerleyip ana-baba olduklarında da hayır hasenat yapamaz oluyorlardı. “Ah kötüler! Ah nefsinin zebunu olmuş olanlar” diye söylenerek bir avuç lokum ve bir testi pekmezle çıkageldi:
- Al evladım! Bunları ellerimle yaptım! Her sabah aç karnına bir lokum, bir de bu pekmezden bir kaşık ye! Zihin açar, talebeye iyi gelir. Afiyet olsun evladım. Çok çok memnun oldum, çook...
- Teşekkür ederim ana! Hocamız da her sabah, aç karnına bir avuç kuru üzüm yememizi tavsiye etmişti.
- Onlar bu işin mütehassısıdır evladım! Yanlış bir şey yapmazlar.
- Öyledir ana! Müsaadenizle...
- Selametle yavrum! Allah nazarlardan, kaza, belâ ve musibetlerden muhafaza eylesin! Kötülerin şerrinden saklasın güzel kalpli, güzel çocuk!
- Âmin! İnşallah öyle oluruz ana!
- Öylesin öyle! Hadi uğurlar olsun!
Aklına yardım etme hissiyatını veren Allah’a şükredip kuzucuklarının yanına giderken geriye döndü. İhtiyar kadın hâlâ peşi sıra bakıyordu. Baktığını görünce el salladı, o da ona mukabelede bulunurken kendi kendine söyleniyordu:
“Allahım; hikmetinden sual olmaz; bir yerde değnek yediriyorsun, bir yerde de lokum... Senin her ihtarında, her ikramında bir ders var ama ne olduğunu bilemiyoruz! Bir de anlayabilseydik...”
Bu nâs ile yorulma!
Nefsinle dahî kalma!
Kalbinden ırağ olma!
Mevlâ görelim neyler?
Neylerse güzel eyler…
***
İhtiyar kadın, çocuk denecek yaştaki İbrahim’in o kibarlığını, kalbinin güzelliğini hiç unutamıyordu. Ne zaman çeşmeye gitse o günü yaşıyor, ona hep duâ ediyordu. Artık vird edinmişti; sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı namazlarından sonra ve aklına her geldiğinde duâ etmeden edemiyordu.
Herhangi bir yerde konu komşuya hep o su taşıyan talebeyi anlatıyordu o ihtiyar kadın. Bir yerde iyilikten, güzel huydan bahis açıldığında, hep onu örnek veriyor, ona olan muhabbeti artıyor, iftiharla hatırlıyordu o çeşme başındaki çakmak çakmak gözlerin sahibi çocuğu... DEVAMI YARIN