Jale, şaşkınlıkla dinliyordu:
-İşte çok merak ettiğin meselenin aslı böyle ve çok sevdiğin Tanju denen bendeniz de etten kemikten buyum!
- Ya… deyip sözümün sonunu getiremedim, oturdum, doyasıya ağladım. Demek merhametli denilen bir tarafım da varmış. O fena depreşmişti. Ben ağladım Tanju ağladı. Zavallı kayınvalide adayım bu olup bitenlerden habersiz hâlâ oğluna ve gelin adayına duâlar ediyordu.
Velhasıl-ı kelâm;
Tarlada buğdayım var deme, ambara girmeyince.
Hayırlı evladım var deme, el koynuna girmeyince.
Vefalı karım var deme, kötü gün görmeyince.
Hayırlı kardeşim var deme, miras bölünmeyince…
Anladım ki hiçbir şeyi boşuna dememiş ecdadımız…
Bu hadise aklıma geldikçe şimdi nasıl duâ ediyorum biliyor musunuz? “Allah'ım kimseyi kimseye muhtaç eyleme! Oğlum, kızım, elim gözüm dedirtmeden emanetini al! Beni erzel-i ömürden muhafaza buyur! Ele ayağa, hele ‘HUZUREVİ’ isimli 'huzursuzluk evlerine' bırakma!”
Sonradan öğrendim, Hucurât sûresinin altıncı âyet-i kerimesinde şöyle buyrulduğunu, mealen: “Ey îmân edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, (Araştırmadan karar vermeyin!) Yoksa bilmeden bir millete (veyâ kimseye) fenâlık edersiniz ve sonra ettiğinize nâdim olursunuz.” Hakikati gören insan pişman olur değil mi? Ah! Ben niçin böyle yaptım? Keşke araştırsaydım! O keşkeler sonradan fayda vermiyordu. Onun için aklı başında olan insan meseleye daha sebebiyet vermeden hadisenin aslını ortaya çıkarmalıdır.
Acaba akıllanacak mıydım? Nerede o basiret?
Hep beni mi bulur sevdalar?
Niçin gözlerim durmaz ağlar?
Sevme dedim dinlemez gönül,
Acı, ızdırap dolu aşklar!
Tanju’yu yani en sevdiğimi öldürmeye kastedecek kadar gözüm dönmüşken karşılaştığım hakikat, birçok şeyin ayan beyan aydınlanmasına vesile olsa da insanoğlunun bir muamma olduğunu, fazla itimat edilmeyeceğini bir daha anlamıştım. Onun tek ilacı varmış o da “EHL-İ SÜNNET” kitaplarını okumak… okumak, okumak! En mühimiyse onları sevenlerle birlikte olmakmış. Onu da bu devirde bulup dört elle sarılmak kolay değildi, “NASİP MESELESİYDİ” o nasipliler de acaba kimlerdi?
Aslı’nın ahı Kerem’i yandırdı.
Şirin için Ferhat dağları yardı.
Mecnun oldu nice yaralar sardı.
Aşk yolunda gide gele yoruldum.
Zöhre misali çok aradım Tahir’i.
Ayıramadım bâtılla hakikiyi
İnsanın güzel olursa ahiri.
Aşk yolunda güle güle bir oldum.
Meşk içip Sümmani gibi coşmadım,
Mecnun olup yâr peşine koşmadım.
Aşk uğruna nice dağlar aşmadım,
Canım içi diye diye sır oldum.
Seyyah oldum diyar diyar dolaştım,
Kendim ettim, kötülere bulaştım.
Kaderimde ne yazdıysa ulaştım,
Akıbeti bile bile pir oldum.
DEVAMI YARIN