Arabamız bakımlı bir villanın önünde duruverdi!..

A -
A +

Vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım. Güle söyleye gittiğimiz yol; şoförümüzün “Aha geldik…” demesiyle farkında olmadan bitmişti.

 

 

 

Dadaş şoför, hararetle Nasreddin Hoca fıkrasını anlatıyor, Jale de dinliyordu:

 

-Bir süre sonra adam yine Hoca’nın kapısında. “Olmuyor be hocam, eve hiç sığamıyoruz şimdi! Hanım hırsından deliye döndü!” deyince “Merak etme, iki koyunun vardı diye biliyorum, onları da eve sok bakalım...” demiş.

 

Adam hoca ne derse yapıyormuş.

 

Aradan biraz daha zaman geçmiş. Adam çıkmış Hoca’nın karşısına yine “Şikâyetler ayyuka çıktı Hocam, bana başka akıl...” demiş âdeta yalvarmış. Hoca da “Sen inekle öküzünü de eve bir sok bakalım” demiş adama.

 

Üç gün sonra adam yana yakıla Hoca’nın kapısına dayanmış. “Aman Hocam, ne desen olmuyor. Artık evin içinde yürüyemez, yatağımızda yatamaz olduk. Ne oldu senin akıllarına?” diye serzenişte bulununca Hoca “Tamam, tamam” diye yeni taktikler vermeye başlamış.

 

“Şimdi bu geceyi de geçir, yarın sabah erkenden tavukları, kazları, koyunları, inekle öküzü de çıkar evden...”

 

Adam ertesi gün elinde bir tepsi baklava ile gelmiş Hoca’nın karşısına, “Ey muhterem Hocam” diye başlamış; “Sen ne büyük adamsın, sen ne bulunmaz âlimsin, sen bir dâhisin. Meğer benim evim ne kadar ferahmış da haberimiz yokmuş. Allah seni başımızdan eksik eylemesin. Hanımla sana duacıyız...”

 

- Çok güzel daha önce duymuştum ama yine de zevkle dinledim. Peki bundaki hissemiz ne?

 

- Siz okumuş yazmış birisiniz abla üzerime mi gülüyorsunuz?..

 

Vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım. Güle söyleye gittiğimiz yol; şoförümüzün “Aha geldik…” demesiyle farkında olmadan bitmişti. Arabamız bakımlı bir villanın önünde duruverdi. Bahçedeki meyve ağaçlarının güzelliği, binanın mimarisi mükemmeldi. “Kim bilir içi nasıldır?” dedim, sevinecek yerde korkmaya başladım. Sanki derin bir uykudan yeni uyanmış gibiydim. İyi de burada ne işimiz vardı? “Bu tatlı dilli Erzurumlu şoför, yoksa bize kurulmuş bir tuzak mıydı? Kendi ayağımızla kuzu kuzu geldik! Allah’ım, aklımı kaybedeceğim! Beni evlatlarımı her türlü kötülüklerden muhafaza buyur…” diye duâ edip tövbe istiğfar okumaya başladım…

 

Şoför, çok kararlı görünüyordu. Taksinin kapısını açtı, ıslık çalarak dışarı çıktı. Ben kimseye bilhassa çocuklara belli etmeden dişlerimi sıkıyordum elimde olmadan. Bahçe duvarlarından sarkan sarmaşıkların güzelliğine gülen kızım Nefise Naz’ın ak pak yüzü al al oluyordu. Ben ise korkudan titreyen dizlerime hâkim olmaya çalışıyordum. İnerken bacağıma bir şey dokunur dokunmaz “Ay ne oluyor?” diye heyecanla bağırınca şoför geri döndü

 

- Ne var abla? Bir şey mi oldu?

 

- Yok bir ağaç dalıymış.

 

Ayaklarımın önünde beni yürümekten meneden bir duvar yükseliyordu. “Oh! Gelmeyecektim! O adamın karşısına çıkmayacaktım!” desem de nafileydi. Kurulmuş bir robot gibi şoförü takip etmekten de geri kalamıyordum. Sanki hipnotize olmuştum. Şoförün elindeki anahtara gözlerim takılıyor. Hep o küçük zarif oyuncak birden silah olup alnıma dayanacak gibi tetikteyim. İkna eden bir sesle: “Evet, kıymetli ablam, sizin için yapılacak yalnız bu var…” diyordu. Ben ise nelerle karşılaşacağımın korkusuyla ha yıkıldım yıkılacaktım.

 

Oğlumun “Anne!” demesiyle başımı çevirdim. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.