Hislerine güvendim, çıktık yola durmadan,
Nice mâniler aştık, şoförümüz pek yaman.
Konuşup sohbet ettik, dertleştik zaman zaman.
Dikkat et dedi bana, uğrarsın hezimete,
Bindik bir alâmete, gideriz kıyamete.
Mutlak çok kıymetlidir, uğruna can verilen,
Dün uğruna öldüğün, bugün olur yerilen.
Ye iç keyfine bak ol en sonunda dirilen,
Sakın ha olma nankör, sahip çık memlekete.
Bindik bir alâmete, gideriz kıyamete.
Verirken kurbanları, korkup yılmadık asla,
Kaşık kaşık topladık, dağıttık koca tasla.
Kimi desinler için, kimisi de ihlâsla,
Çalışır, gece gündüz, doymak bilmez hizmete.
Bindik bir alâmete, gideriz kıyamete.
Günahlardan kaçarak, pişman olup da geldim.
Hakikati bulunca, tövbe edip de geldim,
Îmânımı mermere, tam kazıyıp da geldim.
Tedbirini sağlam al, düşmeyesin zahmete.
Bindik bir alâmete, gideriz kıyamete.
Hoca durmaz eylersin, sefer üstüne sefer,
Kazanırız inşallah, müyesser olur zafer,
Hani nerede Ayfer, bizim kara göz Cafer?
Bıkmadan konuş, anlat, doyulur mu sohbete?
Bindik bir alâmete, gideriz kıyamete.
***
GÜL KURUSU
Duran taksiden inip inmemekte tereddüt etmedim. Önce camı açtım bol temiz havayla beraber kuş cıvıltıları dolduruverdi kulaklarımı. Tabiatın o kendine has nefes alışverişini dinledim bütün kalbimle.
Huzurlu bir atmosfer vardı. Etraf bir hoş görünüyordu. Gözlerim kamaştı dışarının güzelliğinden. Çocuklar hâlâ uyuyordu. Başımı uzatıp ön koltukta oturan Mustafa Enes’ime baktım. Kumral tenine, kara kirpiklerine güneş huzmeleri okşarcasına değiyor, daha bir sevimlileştiriyordu. Baktığımı anlayınca kıpırdandı. Konuşmuyordu, ya da konuşmak istemiyordu. Anne muhabbetinden mi, babasını düşünerek mi yoksa uyku mahmurluğuyla mı ne kolumu kendine doğru çekip başını yasladı. Gayriihtiyari ellerimi saçlarının arasında gezdirdim, sevdim canımdan bir parça olan evladımı. “Hani biraz önce taksi durmaya yakın ‘anne' diye seslenmiştin…” diye sormak istiyordum ama onun huzurlu dünyasının bozulmasına gönlüm razı olmuyordu. İçimden kaynayan kelimeler çıkıp gelmiş, kurumuş dudaklarımın kenarına yerleşmişti. Sanki efsunlu tılsım bozulacakmış gibi bir türlü dışarı çıkartamıyordum. Boğazım düğümleniyor, nefesim tükenecek gibi oluyordum. Yanı başımda ne zamandır uyuyan Nefise’m ise uyanmak üzere… Çocuklarımın o anlarının fotoğrafını çekip yerleştiriyorum beynimin en nadide köşesine. Yarı uyanık yarı uykulu bu rüya, bahçe duvarlarından taşan masalsı kuş cıvıltılarıyla noktalanıyordu.
Kokusu bulunduğum yere kadar gelen ahşapları cilalı villa, yeni yapılmış veya iyi restore edilmiş gibiydi. Kocaman cami minberi korkuluklarını hatırlatan sütunlar üzerindeki ferah misafirperver giriş kapısı, insanı sımsıcak sarıp sarmalıyordu.
DEVAMI YARIN