“Buradan büyük bir ordu geçmiş Doğan Bey’im!..”

A -
A +
 Boğa Hasan Bey, sırtüstü yatıyordu hâlâ. Arkadaşının ani kalkışına hayretle baktı.
 
Kahramanlar, etrafı inceliyorlardı:
“Buradan büyük bir ordu geçmiş Doğan Bey’im.”
“At koşturmaktan etrafa dikkat etmedim. Doğru dersin; tarlalar, çayırlar mahvolmuş!”
“Timur Han olmasın!”
“Bu kadar kalabalık başka kim olabilir?”
“Bu felâketi durduramazsak kederimden...”
“Allahü teâlâ ne derse o olur! Öyle büyük konuşma Atmaca karındaşım!”
“İçim yanıyor Beyim, içim!”
“Biz çok mu rahatız? Lâkin bütün sebeplere yapışmıştık!..”
“Âh fitneciler! Âah!”
               ***
Bursa’ya doğru doludizgin gece gündüz at koşturan Doğan, Hasan, Nuri Beyler Canali ile Mahperi’yi baba ocaklarına bıraktıktan sonra karşılaştıkları izleri sürerek ana yoldan çıkmış, Ankara’ya kadar gelmişlerdi. Akıncılık tecrübeleri onların daha dikkatli davranmaları gerektiğini söylüyordu. Bu sebeple takip ettikleri güzergâhtan dağlık bir yöne saptılar. Hâkim bir tepeye çıkarken bir gözenin kenarında durup atları otlattı ve dinlendirdiler. Rüzgâr ve güneşten elleri, yüzleri çatlamış, elbiseleri solmuş Osmanlı akıncıları yorgunluktan bitâp düşmüştü. Otların üzerine yığılıp kaldılar âdeta. Aklına bir şeyler gelen Atmaca Nuri, birden ayağa kalktı.
“Doğan Beyim, atlar da yorgun malûmunuz. Müsaade ederseniz hemen şu kayalıklardan arka tarafta ne var ne yok keşif yapayım? Ona göre de hareket ederiz.”
“Neden olmasın, buyurun.”
Kafası yine dumanlıydı bu sabah. Gülşah’tan, sevdiklerinden ayrılalı kaç ay olmuştu? Parmaklarını sayarak hesap etmeye çalıştı aklından. “Güzün son ayında sefere çıkmıştık. Üç ay kış, üç de bahar geçti. Yazdan da bir ayı geride bıraktık. Toplam yedi ay olmuş. Bir ay da önceden olduysa doğacak evlâdımız en az sekiz aylık. Belki de doğmuştur…” İçi bir hoş oldu. “Hesaplarımız yanlış değilse evet nüfusumuz bir kişi daha artmış olacak. Allah’ım ben neler konuşuyorum? Sağ sâlim varabilecek misin ki öyle üç beş nüfustan bahsediyorsun bre Doğan?”
Hangi durum ve şartlarda olursa olsun evini, memleketini düşünmeden edemiyordu. İnsanlık hâliydi elbette. Hasretlik çeken herkes kurda, kuşa duygularını açıp dertleşmiyor muydu? Allı turnalarla ne kadar selâm gönderilmiştir sılaya? Haddi hesabı yoktu.
“Ben de kendi kendimle konuşuyorum. Ne yapayım?” deyip Boğa Hasan’a döndü. Atmaca’nın getireceği haberi beklemeye tahammülü kalmamıştı. Neler olup bittiğini pek merak ediyordu.
“Bu kadar insan, at nerelere gitti ki acaba?”
“Ben de hep onu düşünürüm Doğan Beyim.”
Daha fazla bekleyemedi. Uzandığı çimenlerden doğruldu. Ayağa kalktı. Boğa Hasan Bey, sırtüstü yatıyordu hâlâ. Arkadaşının bu ani kalkışına hayretle baktı.
“Ne var yine Beyim? Neye kalktın?”
Gür saçlarını elinin tersiyle arkaya atan Doğan Bey:
“Bu bahar kadar farklı bir başka bahar yaşamadım. Kendim için değil, benim gibi olanlar için, Osmanlı, Timuroğulları, bütün Türk dünyasının istikbâli için yerimde duramıyorum” dedi. Beklemeden tepeye doğru tırmandı. Uçurumun kenarına iyice yaklaştı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.