Tanju’yu bilmem ama ben huzur ve saadetimden, sevinç gözyaşları döküyordum. Hafif bir titreme geldi, ürperdim.
Kamelyanın bitişiğindeki musluğu görünce içimden abdest almak geldi. Üşenmeden kalktım güzel bir abdest aldım, kıbleyi sordum, iki rekât şükür namazı kıldım. Başımı secdeye koydum ağladım. Tanju’yu bilmem ama ben huzur ve saadetimden, sevinç gözyaşları döküyordum. Hafif bir titreme geldi, ürperdim. “Rüyada mıyım aman Allah’ım?” dedim! Secdeden başımı kaldırmak istediysem de ne mümkün… kaldıramıyordum, küçük esintiler, ismimi çağırıyorlar gibi… kulağımın dibinde fısıldaşmalar. Hayatımla münasebeti olmayan kısa bir rüya… rüya içinde rüya gördüğümü anlıyor, sayıklıyorum. Sonra ani bir uyanıklık, şuursuzca bazı hareketler... Dikkatin birdenbire artması veya eksilmesi... Bir sevinç, bir üzüntü… git-geller… meçhul bir hadise beklemek. Dizimde hafif bir titreme hissediyorum ve gizlemeye çalışıyorum. Zorlukla doğrulup dönüyorum, sağlam dizimi kasıyorum. Bu sefer de bir rahatlık hissediyorum, gevşiyorum. Göğsümün üstünde kat kat yükler kalkıyor, boğazımdaki düğümler tek tek çözülüyormuş gibi bir hafifleme var. Muhabbetle parıldayan gözlerden bakışlarımı kaçırıyorum.
Derin derin kazmalı, köke kadar inmeli,
Hakikat bulunmalı gözyaşımız dinmeli.
***
On dokuz, yirmi yaşındakilerin gözünde her şey tozpembe olabilir, onun için ecdat demiş ki “Delikanlılık çağı…” Yine buyurmuşlar “Gençler ümitleriyle, ihtiyarlar hatıralarıyla yaşarlar...” Biz her ne kadar ihtiyarlar grubundan sayılmasaydık da o delikanlılık senelerini de çoktan geride bırakmıştık. Her menfi düşüncenin, olumsuz hareketin insanlığın, milletlerin, cemiyet ve hatta ailenin kocaman bir düşmanı olduğunu biliyordum. Düşman, çok yönlü tanınmadan tedbir alınamayacağının da az çok farkındaydım. “Din îmân mevzularının dışında her fikir tartışılmalıydı, her mühim insan icabında hesaba çekilmeliydi…” diye düşünüyordum.
Tanju’dan evvel ve onunla birlikte geçen mazimi, yıldırımlarla bölünmüş uzun bir geceye, karamsar ve sabırsız bir bekleyişe benzetiyordum her ne hikmetse. Şimdiyse bizimle yeniden doğan o beklediğimiz sabahın müjdeleyici alaca karanlığına benzetiyordum. Ailemiz için sökmekte geciken şafağın, beyaz ve hassas yansımaları varmış gibi gözüküyordu gün batımını yaşayan bu villa. Rüyalara eşlik eden ışıltılar, yeni şenliklere yakılan huzur ve saadet ateşleriydi. Yalnız Allah rızası için semaya kalkmış avuçların karıncalanmasına kadar yapılan duâlar, yakarışlar; saf, günahsız doğumların ve yeni ruhi tekâmüllerin habercisiydi mutlaka…
Serin rüzgârlarda savrulan her geniş kurdele, her dikdörtgen kumaş bize bayrak, her uçan güvercin hürriyetin işareti, bütün kuş cıvıltıları huzurun çığlığı, ufuktan yükselen yağmur dolu her bulut bir rahmetin habercisi ve her sağanak yağış, huzur ve saadetin başlangıcı gibi görünüyordu. Rüzgârın uğultusunu pürdikkat dinler ve dünyanın hayatın, canlılığın sesi olduğuna inanırdım. DEVAMI YARIN